tag:blogger.com,1999:blog-23381627462003403712024-03-13T17:07:54.748+03:00Muz tarlasında koştururken yazılmış hikayeler dizisinden oluşan küçük denemeler...İştahıma kansam dünyayı yutmaya hazırlanıyorum sanabilirim...cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.comBlogger93125tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-15047694280556171432021-12-27T00:42:00.006+03:002021-12-27T00:42:49.756+03:00İçten Gelen - Final<p>Kendimi çekmeceleri kurcalarken bulduğumda anlamıştım aslında. İçimde, en derin yerlerden gelen bir çağrı vardı. Gürültü demek pek doğru olmaz, yüksek ses belki, belki de normal ses tonunun bir tık üzerinde olan, ve fakat bana haykırış gibi hissettiren bir sesti bu çağrı, sanki sessiz bir çığlık. </p><p>Bırakmak en doğrusu diyordu geride kalan yılları emin bir şekilde. Üzülmemek ama yok saymamak, Keşke yeniden dememek, hiç olmamış gibi de küçültmemek bu hissi. </p><p>Düşünceler içerisinde yuvarlandıkça beni yoran bir dünya. Uyum sürecinin her geçen gün daha da zorlaştığı, keyif almaya çalışmak için kendimi zorladığın ve belki de aynı şeyleri yaparken farklı sonuçlar beklediğim bir gün daha geride kaldı. </p><p>Gecenin sonunda yapabildiğim tek şey camdan dışarıya, karanlık gecenin içindeki ışık süzmelerine bakmak, oradaki yaşantıların zorluklarını hayal etmek, şu an sıcak bir evde olmanın vermiş olduğu ufacık huzur duygusuyla mutlu olmaya çalışmak…</p><p>Aldığın nefese sadık olmaktan başka ne kaldı ki gerçekten. Hiç değilse diye iç geçirip derin bir nefes daha aldıktan sonra yeniden unutup yeniden hatırlayacağım sabah, kaldığım yerden devam ettiğim güne ve yine sadık olacağım her gün defalarca tekrarladığım nefes alışıma. </p>cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-74208090724764097082017-09-29T01:14:00.001+03:002017-09-29T01:14:41.675+03:00Üçten Gelen -36Selam dedi önce. Hiç beklemediğim bir andı benim için. Görmek, duymak ki en kötüsü de kokusunu hissetmek. Aynı parfümü sıkmış. Bir fıs, eminim. Onca yılın verdiği yorğunluk, onca yaşlılık belirtileri. Hepsi de anlatıyor, hepsi de tek tek yaşananların üzerinden ağır ağır geçercesine anlatıyor hemde.<div>
Birden tebessüm ettim. Tutamazdım zaten dudak etrafımdaki kasları. Hatırladıklarım, ortak yaşantımıza uzandığı için tebessüm ettirirdi zaten. Zaten hala unutamamıştım. Yok yok unutmamıştım diyelim biz ona. Sanki, son maçında inanılmaz bir geri dönüş yapan boksörün, maç sonunda ki sevincini unutamayacağı gibi. Yollar sonra bile konuşmak, merhabalaşmak belki bir kahve içmek. </div>
<div>
Eskileri, fazla yaralar açmayacak, hafif güldürecek, hafif düşündürecek konuları konuşmak. </div>
<div>
Ayrı yolların çok uzak bir gelecekte yanlışlıkla kesişmesini birbirine anlatamayan iki insan. Anlatmak için çabalayan ve her seferinde saçmalayan. </div>
<div>
İki çocuğu vardı artık. Biri 21 diğeri 16 yaşında. İkisi de kız. İkisi de esmer. Yeşil gözlü. Birisi beyaz tenli birisi buğday. Biri ona, diğeri kocasına benziyor. Mehmet'e. Büyük olan. Kocasına o benziyor. </div>
<div>
Biri yıpranmış vücudunun şekilsizleri normal bence. 2 çocuk ve tamı tamına 46 yıl. Ama hala alımlı. Bir kere pazarlama müdürü. Kendisine bakması lazım. Yoksa onu alaşağı etmek isteyen çok insan var o koca plazada.</div>
<div>
O sabah uyandığında hiç bir şeyin farkında değildi evden çıktığında. Aslanın kucağına, ölümü gittiğini bilmeden giden geyik gibi gitti plazaya. 12 dakika gezindi otoparkta. 7 dakika asansör önünde beklemek zorunda kaldı. 4 asansörden 2 si tadilattaydı. </div>
<div>
Plaza hayatından kurtulup, Ege'ye yerleşmeli, küçük bir bahçede yetiştirmeliydi sebzeyi meyveyi. İstekli fakat cesaretli değildi bu konuyu Mehmet'e açmaya. </div>
<div>
Güçlü bir adamdı kocası. Patron. Araç filo şirketi sahibi. 767 araçtan oluşan dev bir filo. Koskoca bir kabilenin sahibiydi onun gözünde. Parmağını şıklatmasıyla dünyayı terse döndürebilirdi. </div>
<div>
Neden şimdi karşılaşmıştı acaba. 27 yıl sonra. Kalbi nasıl olurda böyle bir tepki vermişti. Bu nasıl bir cesaret, neyi ve neden unutamamıştı. Nasıl olurda bunca yıl bu duyguyu içindecsaklamasına izin vermişti. Tehlikeli ama çekiciydi onun için. Farenin peyniri almak pahasına kapanın içine girmesi gibi tehlikeli. </div>
<div>
Fakat hayat, yapılmaması gerekenleri yapmaya başladığında keyifliydi. Biliyordu. İstiyordu. </div>
<div>
Peki nasıl durdurmalıydı?</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-27443246636627056042015-12-13T01:32:00.001+02:002015-12-13T02:56:08.340+02:00İçten Gelen-35Her zaman gölgelerde kalması gereken sırlar ve hiç açığa çıkmaması gereken gerçekler vardır bu hayatta.Dünyanın karmaşasının bu denli güçlü olduğu bir anda, bizim görevimiz bu karmaşanın içinde ki güzelliği keşfetmekse, anlamamış olmanın verdiği vurgun yemişliğe rağmen sorman lazım belki de sana; şarkı bile söyleyebiliyorken bir tavan arasında, neden durdurdun beni?<br />
<div>
Kadere boyun eğmek, var oluştan beri önemli diyenlere inat, nasip değilmiş dediğin andan itibaren. belki de bu yüzden kaybediyorsun kazanmak için çabaladığın herşeyi.</div>
<div>
Kalk ve silkelen demen, önemini bir kat daha arttırmışken, belki de, silkelenmen için atmış olduğun adım düşürdü seni tepe taklak gerisin geri.</div>
<div>
Unutma! insanlar, sen istediğin için etrafında olurken, sen istemediğin için çekilirler. Bu tamamen senin içinde bulunduğun durumla doğru orantılıdır.</div>
<div>
Bu bir kültürdür. Senin ailenden, yaşadığın toplumdan hatta ve hatta okumuş olduğun gazetelerden almış olduğun bir kültürcüktür.</div>
<div>
Kültürsüzlüğün sınırsız derinliğini keşfetmiş bir insan olarak övünmüyorum ve fakat çok keyifli bunu bilesin.</div>
<div>
Her alanda evrensel bir kültürsüzlük içindeyim. Kültürsüz bir toplumun kültürsüz bir bireyiyim.</div>
<div>
Bırakmalısın olan bitene kendini kaptırmış uçurtmanın ipi gibi ki, gitmek istediği yere gitsin. rüzgarın sesini ve kuvvetini hissetmek için arkanı dönüp gitmelisin. Otoban kenarında gözlerini kapatıp araba sesi dinleyen o küçük kız çocuğu gibi dünyadan kopmayı öğrenmelisin bazen. Öğrenmek için bırakmalısın kendini. Sınırlarının neler olduğunu bile bilmiyorken, kaptırmamak için kendini dalgalara, denize bile girmiyorsun. </div>
<div>
Kokusunu özlediğin o güzel düşüncelere kendini kaptırmak istercesine bakmak...</div>
<div>
'Birden hatırlıyorum sıcaktı</div>
<div>
Tuttuğu tuttuğum her yerimiz</div>
<div>
Boynumuz, ağızlarımız, ellerimiz</div>
<div>
Yalanda karanlık odalarda</div>
<div>
Eşit aralıklarla avunuyoruz</div>
<div>
Yetiyor'</div>
<div>
<br /></div>
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-40808624216078967222015-08-11T22:31:00.002+03:002015-08-11T22:31:59.021+03:00İçten Gelen-34Yalnız çocukların en mutlu olduğu yerdir ateri salonları. Komba çekerken mutlu olurlar o çocuklar ya da bir bölüm geçtiklerinde ilerlemeli bir oyunda. Ya da ateri oynayanın arkadaşının cebinde parası olmadığı halde, o gün, o oyunu oynayamayacağını bilmesine rağmen mutlu olur o çocuklar. Yalnız çocuklar her zaman mutlu olamazlar. Bilirsin. Hani sen de yalnız kalmışsındır zaman zaman.<br />
Zaman zaman, yalnızlığına sövmüşsündür. Hani, hani olur ya, Kalabalığın içinde omuz vura vura karşılıklı yürümeye çalışırken yalnız hissedersin ya. Öyle işte.<br />
Yalnızlık; bilmem kaç milyar olan bu Dünya'da, kimsesiz olmak değildir. Yalnızlık; başın sıkıştığında arayabileceğin bilmem kaç tane arkadaşının olması değildir. Bilirsin. 'Bana buradan yalnızlığın ne demek olduğunu anlatmaya çalışmaktır yalnızlık' dediğini duyar gibiyim. Haklı olabilirsin. Ne kadar haksız olduğunu bilmene rağmen. Yalnız olduğumu Düşünebilirsin. Düşünmek, hissettiklerimi anladığın anlamını bana nasıl hissettirmiyor. Yıllar önce, çok çok küçük bir çocukken hissetmiştik ilk defa karşılıklı olarak. Neyi hissettiğimizi bile bilmeden hissetmiştik belkide. Belli ki, öyleydi.<br />
Belli ki, yalnızlığın vermiş olduğu Saçma özgüven alıp başını gitmişti biz çocukken. Biz çocukken, özgüven vardı. Anne-babadan dayak yerken kaybettiğimiz bir özgüven vardı. Ateri salonlarında ya da devasa kaydıraklarken kayarken delicesine olan özgüven. Özgüven, her zaman içinizde patlarcasına olması gereken o özgüven. Olmadık yerde başımızı derde sokan, olmadık yerde de hey maşallah dedirten özgüven. Olsa da olur olmasa da dediğini duyar gibi olduğum özgüven. Ne özgüvenmiş anlata anlata biteremedi dediğin özgüven.<br />
<br />cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-87485534371928177202015-05-10T23:01:00.001+03:002015-05-10T23:05:49.846+03:00İçten Gelen-33Bir yıl daha bitti sensiz. Yorgunluk ve yoksunluk içerisinde. Hiç kimseye göstermemeye çalıştığım, bir yıl içerisindeki, o bir günün geçici acısını, yüreğimin en önünden, en arkaya atmaya çalıştığım, kalkanlarımı kontrol edemediğim o gün bitti gitti sensiz.<br />
Hiç birşey olmamış gibi davrandım o günde. Sabah uyandım ve sen uzun zamandır olmadığın gibi yine yoktun yanımda ki bende senin yanında yoktum.<br />
Kahvaltımı yaptım sabah. Bir, İki, üç çay falan içtim kahvaltıda. Belki bir iki tane yumarta, bir kirbit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir. Kaşar yoktu. En son bir bardak su içer gibi içtim yarım litre suyu bir dikişte. Öğlen oldu. Aynı şeyler. Her günüm bir önceki günün benzeriydi o gün. Değişen fazla bir şey yoktu. Yorgunluk. Ama beyin yorgunluğu. Kandırmaca değil, gerçekten hep seni düşünmenin vermiş olduğu yorgunluk, beynimi, işgal eden düşman birlikleri gibiydi yorgunluk. Akşama kadar dolaştım şirketin bana tahsis ettiği araba ile. Bir kaç kez telefonda konuştum. Yorgundum. İstemedim telefon görüşmesi yaşamayı senden başkasıyla. Sahi ya, bi hat yok mu acaba sana bağlanabilmem için. Arasam, beni aktarın desem, bir numara, bir dahili. Yok.<br />
O gün diğer günlerden daha yorgun oluyorum artık. Daha ağlamaklı, daha savunmasız oluyorum.<br />
Daha senci oluyorum. Daha uzaklaşıyorum dönen dünyadan. Güneşten. Yağmurdan. Buluttan. Oksijenden. Daha uzak oluyorum attığım adımdan. O gün, sana doğru atamadığım her adımdan daha çok nefret ediyorum. Nefret ile dolan bir dünyaya sahip oluyorum o gün.<br />
Kimseye belli etmemeye çalışmaktan nefret ediyorum o gün. Kimsenin bilmemesini, bilse bile o günü unutmasından nefret ediyorum ben. O gün, kendim olmuyorum ben.<br />
Eve geldiğimde, koca bir hiç uğruna o günü geçirdiğim için de kendimden ayrıca nefret ediyorum ben. Hemde o gün öyle bir nefret ediyorum ki ben, bazen, haykırmak istiyorum tüm dünyaya o gün.<br />
Geri kalan günler de ise; o günün acısını bastırmaya çalışıyorum.<br />
Sen, bana, 'hızlı yaşa cesedin yakışıklı olsun' dedin, ve ben hızlı yaşadım. Keşke sen, yavaş yaşayıp çirkin biri olsaydın, ve ben yavaş yaşayıp çirkinleşseydim.<br />
Gecikmedim bu sefer seni bu saatte ve bu tarihte anmayı. Bekledim. Dinledim kendimi. Sakinleştim biraz. Tuttum açıkcası. Alevlerden gelen kelimeleri tuttum bu saate kadar. Yorgunluğuma verdim. Savunmasız olmama verdim bu zamana kadar.<br />
Kızgınlığımın her geçen gün azalması gerekirken, artmasını anlamlandırmak için tuttum. Ben mantıklar çerçevesinde hareket etmeyi her zaman daha sağlıklı bulmuş biriyim. Bu zamana kadar mantığım yerine gelmesini bekledim, mantıksız olan bu dünyada.<br />
Bilmeni istediğim tek bir gerçek var.<br />
Sen, benim sana gelmemi ne kadar bekliyorsan, bende, sana yeniden gelmeyi o kadar bekliyorum.<br />
Zamanı geldiğinde tekrar görüşmek dileğiyle. 5 mayıs: seni kaybetmeyi, yüreğinin her bir yerinde felaket gibi hissetiğim, altından kalkmasını hala öğrenemedim o büyük gün. Benim için yıl 364 gün...<br />
<br />
<br />cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-38917854523229290022015-04-03T23:47:00.003+03:002015-04-03T23:47:47.492+03:00İçten gelen-31Uzun saçlarımı salmış yürüyordum karanlığı aydınlatan ay ışığı altında. Çok sessiz bir sokak, çok sessiz bir esinti. Sadece kendi ayak seslerimi duyabildiğim, ki o da düzensiz. Hafif ıslak yollarda ,1980 lerin gece bekçileri gibi volta atıyordum önüme çıkabilecek her türlü tehlikeye göğsümü siper etmiş bir durumda. Hani ne gelirse senden gelsin dersiniz ya en sevdiğiniz insanlara. İçten. Hani inanarak. O şekilde rahat yürüyordum gecenin 3 ünde. Bekçi gibi. Ay ışığının şöyle böyle aydınlatabildiği, kırmızısının daha çok siyah gibi gözüktüğü binaların arasında yürüyordum o gece. O gece her zamanki ben değildim. Yarın yapabileceğim hiçbir şey yokmuş gibi geleceğime yürüyordum. Emin ve yavaş adımlarda. Yarın hayatımın ilk günüymüş gibi yürümeye çalışıyordum öyle olmadığını bildiğim halde. Sarsıntıya yakılan bir ağıt gibiydi o gece kaldırımlarda ki ayak seslerim. Biraz ıslak olan o kaldırımlarda attığım her adım; mükemmel bir şarkıyı harcamanın en iyi yoluydu o gece. Yarın yapabileceğin hiçbir şeyin olmadığı bir gecede; hafif ıslak, karanlıktan dolayı kırmızısını siyaha benzettiğin binaların olduğu bir sokakta, sadece sarı ışık altından geçerken görebildiğin, her kapı eşiğinin oradan biri çıkabilir mi korkusunu yaşamadığın, artık şu köşeden dönsem eve gidişi 5 dakika daha kısaltabilir miyim diye sormadığım o gecede...<div>
O gecede yürüyordum. Sadece kendime yürüyordum. Tüm geçmişimi geride bırakmış bir şekilde, kuş gibi hafif, rüzgar gibi özgür yürüyordum o gece.</div>
<div>
Aldığım her nefesi ciğerlerimin her bronşunda hissediyor, attığım tüm adımları beynimin her nöronunda algılıyordum o gece. </div>
<div>
Ben o ilk adımımı 10. ayımda değilde şimdi atıyormuşum. O gece. Sabahın 3 ünde. Güneşin doğmasına az bir zaman kalmışken. Daha doğrusu gecenin yeniden gelmesine çok uzun bir zaman dilimi varken yürüyordum o gece.</div>
<div>
Kafamın içinde kısık sesle çalan o şarkılar eşliğinde yürüyordum ben. O gece. Bilmem kaçıncı şarkının bilmem kaçıncı nakaratında yürüyordum.</div>
<div>
Antonia Banderas'tan Desperado çalarken kafamın içinde sürüklüyordum bacaklarımı dikine kaldırımların.</div>
<div>
Ben senini gibi her gece yürüdüğümü düşünmeyip, gerçekten yürüdüğümü anladım o gece.</div>
<div>
Bencilce gelecek ama ben yürüyordum sadece o gece. Geri kalan her kesin süründüğü o gece, ben sana doğru yürüyordum o gece. </div>
<div>
<br /></div>
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-84748806494365791382015-04-02T21:15:00.001+03:002015-04-02T21:15:33.102+03:00İçten Gelen-30Sadece acelesi olanlar geride bir şey bırakır.<br />
<br />
Kimsenin yüzünü bile seçemediğim kadar karanlık, ufak bir ışık süzmesinin içeriye girebildiği ki o da kapının altı olsa gerek, nemden nefes alamayacağın kadar havasız, ter kokusunun yüzünden, üstüne geçirmiş olduğun tshirtü gözlerine kadar çekip kendi tenini koklamaya çalışmak. Kulaklarımda yıllar önce Edebiyat öğretmenin Suzan hanımın söylediği o laf. 'Eğer ileriye doğru gidemiyorsan, sonunda geri gidersin ve tökezlenip kendi pisliğine düşersin'.<br />
Neredeydim ben. Daha da önemlisi neden ben. Evet lanet olası Suzan öğretmen. Evet.<br />
Sanırım düşmüştüm. Neden ve nerede olduğum sorularına, bu lanet, havasız, leş kokulu odada kimsenin cevap verebileceğini düşünmüyordum. Dışarıdan kulağıma gelen sesleri iyice dinlemeye çalıştım önce. Bir kaç kırılan bardak sesi, biraz müzik, bir kaç iyi adam oturmuş 'sıra sende hadisene be oğlum' homurtuları, 'nerede kaldı benim içkim seni adi pislik', bağırtısı. İçeride; -böğrüne pis burunla yemiş olduğu tekmenin acısı olsa gerek- inlemeler, ağlamalar, yalvarmalar...<br />
Bende ise; ellerimle kendimi yoklama, beynimde kopan nasıl buradan çıkarım ve bu insanlar benden ne istiyor sorusuna verilebilecek milyonlarca cevap.<br />
O kadar çok cevap bulabiliyordum ki, bir ara, böyle bir yere gelmesi gerekenlerin başında her halde ilk sırada ben varımdır diye gülümsediğimi fark ettim.<br />
Kendime biraz zaman tanımam gerektiği ve yanımda kimlerin olduğunu anlamalıyım hissiyatı ise; zaman makinesini icat edip geleceğe göz atmak isterken, kendi cenazesine görmüş bir salağın, beyninin her bir kıvrımına yerleşen, bulanık anılar silsilesinden başka bir şey değildi.<br />
Burada kendimi bırakmak... Ağlamaya başlamamak için güzel şeyleri düşünmem gerektiğinin farkında olduğumda ise; gözlerimden akan yaşların tuzundan irkilmiş, ayağa kalkmıştım bile.<br />
Görmeyen gözlerimi çıkartıp cebime koymuş, her şeyi algılamama doğduğum günden beri yardımcı olan ellerimi projektör misali kitlemiştim ufak ışık süzmesine. Ucuz bütçeli olmayan amerikan yapımı zombi dizilerinde ki en baba karakter olmaya ramak kalmıştı. Ellerim yere paralel , vücudum ve kafam geride, bazen takılıp sendeleyerek bazense birilerinin eline ya da beline basarak.<br />
Tek amaç o kapıya gidip koca bir HEYYY diye bağırmak ve var gücümle tekme yumruk, rast gele vurarak kapıyı dövmekti.<br />
Bu halimle olsa olsa smackdown gösterilerinde ki gibi, görsel zevki yüksek fakat yalan darbeler içerir diyebilirsiniz. Ve fakat unutmayın ki, içeride ki ışık sadece ve sadece hadi buraya doğru gel, kapı burada diyebilen bir ışıktı.<br />
Kapıya vardığımda, koca bir nefes aldıktan sonra ilk girişimimde bulunmak için; sağ ayağımı bir adım geriye attıktan sonra solun tabanını kapıya doğru kaldırmak oldu. Bu esnada ellerimle kapının bittiği yerde ki soğuk duvarlara ulaşmış, kendimce oradan güç alcağımı düşünmüştüm. Karanlıkta gerilip hadi bismillah deyip, uçan tekme çıkarabileceğimi düşünmediğim için- ki zaten ben bunu ilk okul 3. sınıfta denemiş ve çok sağlam dayak yemiştim, fakat bununla hiçbir zaman övünmemişimdir- en iyisi kendimi sağlama almaktı.<br />
Artık beynen hazır olmanın vermiş olduğu güç ile kapıya okkalı bir tekme geçirdim ve arkadan gelen sesleri dinlemeye koyuldum.<br />
Duyabildiğim tek ses; sıg sauer p226 nın çıkarmış olduğu tiz bir sesten başka bir şey değildi. Sonrasını zaten hatırlamıyorum.<br />
Göz açıp kapayıncaya kadar çabuk olmuştu. Kulaklarımda Mehmet Güreli'den Yalan, gözlerimde batan bir günün ardında bıraktığı turunca hava süzmesi. Hayat bana doğru akıyordu. Turuncu bir kanyonun derinliklerinde esen, özgür bir rüzgar olmaktı hayat sadece.<br />
<br />
<br />
<br />cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-54422092936679748632015-03-30T22:26:00.001+03:002015-03-30T22:26:10.999+03:00İçten Gelen-29Geç kaldım, biliyorum. Beklemekte olduğunuz şeyin farkında olmadığınız o dair anların büyüsünde, suya düşmüş bir nilüfer misali savrulmakla meşguldum. Yorgun, bitkin ve bir o kadar da çaresiz.<br />
Bulmaya çalıştığım şeyin, gerçekte ihtiyacım olan şey-şeyler- olduğunu anlamadan sarılmışım hayatın içinde ki bir damla tatlı suya. Bazen ki, ne kadar ihtiyaç duyduğumuzun farkında olmadan bize hayat veren bir damla; yanımızda ki her türlü aparatın üzerinde gözümüzün içine bakarken, görmezden gelmek bir yana kalsın, görememek ve hatta...<br />
Uçmak gibidir bazen. Kimsesiz...<br />
Yolda yürürken, esen rüzgarın saçlarını savurması gibi. Yağan yağmur gibi bazen, bazen güneş gözlüğü gibi. Gözlerini kısmaya gerek duymadan.<br />
Düşünmek istediğinin farkındayım. 'Ne oluyor be' diye iç geçirdiğinin, 'neyin kafası' dediğini duyuyorum.<br />
Görmek için sabırsızlandığın tüm şeylerin boş, aslında boş bir istek olduğunun farkındayım şuan. Yalnız kaldığın zamanlarda, iskambil kağıtlarının yerini akıllı telefonların aldığını söylenmeye başladığın çok olmadı. Mutsuzluk karargah kurdu beynimin içine demeye başlayalı, sanki dün gibi değil mi?<br />
Her şeyin de hayırlısı demekten de mutsuz oldun sanırım. Ee bırakmakta istemiyorsun destek aldığın beynin olaylar karmaşasını. Ağzında ki ceylanı aslanlara kaptırmak istemeyen bir çita gibi. Ağacın üzerinde daha ne kadar bekleyebileceksin?<br />
Atmak lazım artık. Gerçekten. Beklemek, ve daha fazla beklemek. Büyük bir yangın bulutunun içerisinde çıkabilmeyi beklemek. Bunların hepsi kendi beyninin içerisinde ki, uydurmaya açık kavram karmaşasından kaynaklanan salak saçma şeyler. Zaten bende uyduruyorum.<br />
Beynimden seni kovduğumdan beri ne kadar özlediğimi kendime söyleyemediğim için, şapkadan çıkan tavşanın şapşallığını yaşıyorum aklıma her geldiğinde. İç ses. Ön yargı değil, ön görü.<br />
<br />
<br />
<br />cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-61826034398995667322014-09-24T18:43:00.000+03:002014-09-24T18:43:01.374+03:00İçten gelen-28Bazen, debelendikçe, hayat bizi istemediğimiz bir şekilde-bataklık misali- içine çekmeye devam edebilir. Sorun analizi yapmaya başladığımız zaman, gözümüzün önündeki lüzumsuzları göremeyiz. Bazen. Bazen, çözüm sürecinin uzaması gerekirken, bazen kısa tutulması gerekebilir. O gün, herşeyi yapmaya çalışmış olabilirsiniz, belkide hiçbirşey yapmadığınızı düşünenlere inat. Yorgunluk, bazen, hayatınızın en önemli duygusunu içinizde barındırdığımızı hissettirebilirken, bazen de güzel bir uykunun başlayacağının sevimli habercisi olabilir. Unutmamak gerekiyor sanırım. Hayatın sizi nereden tutup, nasıl bir yere götüreceğini. Kışın gelişini kutlayanlar sadece yağmurlar değilken, yazın gelişini kutlayan da sadece güneş değildir. Bazen. Bazen. Bazen. Bazen.cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-21658642074478706192014-06-22T13:48:00.002+03:002014-06-22T13:51:05.816+03:00sen gittin ve herkes ölmeye başladısen gittin ve herkes ölmeye başladı.<br />
<br />
yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizişi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin: hala soğuk biralar oluyor ve bazen güzel kızlar. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulamam gibi olmuyor, o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim.<br />
<br />
sen gittin ve herkes ölmeye başladı.<br />
<br />
<br />
şimdi dilediğim sayfadan başlayabileceğim bir kitap öner bana. başsız ortasız vesonsuz bir hikaye öner. bir üstat öner bana, dergi kurmuş olmasın. ne çok utandık mazideki yaralardan ve her adımdan ele geçirilme korkusundan. ismet özel mi metin altıok mu, yoksa hiç mi ortak arkadaşımız kalmadı?<br />
<br />
<br />
sen gittin ve herkes ölmeye başladı.<br />
<br />
<br />
elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasında açılmış bir pencere düşün. perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi acısımıyor ve de asıl bu acıtıyor.<br />
<br />
sen gittin ve herkes ölmeye başladı.<br />
<br />
love story tadında başlayan bir filmi potemkin zırhlısına çevirmeye ne hakkım var. çok şükür yaşıyoruz, çok şükür yazıyoruz diyorum; ama niye anlatıyorum bunları? belleğin unutuşa karşı mücadelesi mi sadece. ne münasebet, bu benim sekronize yalnızlığım.<br />
<br />
sen gittin be herkes ölmeye başladı.<br />
<br />
birleşince kısa devre yapan parmak uçlarımız öldü önce. sonra yeşil ödü benim için. sonra kahverengi. sonra ilk öpüştüğümüz yeri kalbimden bıçakladılar. on iki yıl geçti, susmak ne kısaymış. sen 'böyle ne güzel sonsuza kadar susalım' diyorsun. sonsuzluk bir gün herkesle konuşur sevgilim, bunu da biliyorsun.<br />
<br />
sen gittin ve herkes ölmeye başladı.cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-59201048658640099872014-05-19T23:26:00.003+03:002014-05-19T23:26:44.708+03:00İçten Gelen-27İnce bir tahtadan yapmış olduğum köprüden, diğer binaya geçmek için adım attığında, çatıdan otomatik bir silah ile sıkılan onlarca mermi köprünü kırıp parçalarsa, düşmemek için can havliyle geri atlarsın ya; işte öyle atlamıştım evimin camından içeri. yukarıda ki hayali arkadaştan kaçmak mı daha mantıklıydı yoksa yüzleşmek mi diye düşünürken çalan kapının sesiyle irkilmem, köşeden koşar adım döndüğünde burun buruna çarpışmamak için yaşadığım irkilmenin aynısıydı. yaşlılık belirtisinin boy gösterdiği bu vücutta, aşağı yukarı geçirdiğim 30 yılın neticesinde öğrendiğim en önemli şey; ne olursa olsun anı yaşamanın tadından hiçbir zaman vazgeçme iken, yapamamışım bu zamana kadar ki üzüldüm.cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-30274554798505416062014-05-13T01:46:00.000+03:002014-05-13T01:46:22.063+03:00İçten Gelen-26Sakin adımlarla koşturmaya başladım daha 7 yaşlarındayken. Babam kabzımal, annem ev hanımı. gururla söylerdi hemde ev hanımı olduğunu. Anlamazdım ki babamın getirdiği para ile bu kadar hava atmasını. Ama sesimi çıkarmazdım. Çıkaramazdım. Öğretmişti çünkü bir keresinde sesimi çıkarmamam gerektiğini. Misafir çocuklarıyla evin çocuk odasında misket oynarken sormuştum Vedat'a, annen ne iş yapıyor diye. ' ev hanımı' demişti. Ben de zekiliğimle onu ezeceğim ya aklım sıra, desene babanın altından 5 kuruşa sabah akşam çalışmak zorunda. Bizim evin salonuyla çocuk odası arasında ki mesafe; benim kafamla ayaklarım arasında ki mesafeden biraz daha fazlaca olunca, annem ile de Nuran teyze, mutfaktan çay kek şenliğini salona taşımak isteyince, al sana curcuna. Ağlayan Vedat'ın sesini duyan annem ve Nuran teyze, türk filmlerindeki polislerden daha çabuk yetiştiler yanımıza. 'yine naptın' sorusuna verebileceğim tek cevap, annesinin 5 kuruş için babasına vermek zorunda olduğu gerçeğini Vedat'a öğrettim demektense,- Nuran teyzenin meraklı bekleyişini uzatmamak gerektiğinin bilincinde- yok anne vallaha birşey yapmadım, senin annen de mi ev hanımı diye sordum demekle yetinmem, ikiyüzlü bir pezevenk olacağım gerçeğinin 7 yaşında suratıma okkalı bir yumruk gibi inmesini sağladı.<br />
<br />
Ergenliğime mahallediki kızları parmaklamaya çalışarak girmeye başladığımı hatırladığım gün, babamın silahıyla intahar etmeye çalışmam; aşırı duygusal olduğum izlenimi yarattığım anneme, babamım, 'hanım bu yaştaki çocuğa pedegog ne yapsın, ver bunu benim yanıma da adam edeyim' sözlerini duymam ve silkimmemle aynı ana tekabül etmekte.<br />
<br />
İyi bir üniversite eğitimi almamama rağmen, iyi yerlerde olduğumu, talihin cilveli bir oyunu gibi varsayan Vedat, an itibariyle 5 kuruşluk ev hanımı olan annesinin dizinin dibinde bekleyerek, kıskançlık naraları atarak ve de 5 kuruşun 3 kuruşunu annesinden dilenerek geçirmekte ki, bu, aslına bakarsanız annesinin Vedat'ı kucaktan indirmemesinden kaynaklanıyormuş. Bakınız annem bir konuşmasında ' Vedat'ta koca çocuk oldu bir iş bulamadı Naci. Acaba yanına mı alsan' kelimesinde gizli. Naci ki kendisi babam olur, özenmişimdir her zaman yapılan ortalara gelişine vuruşunu, 'siktirsin sümsük bebe, adam olsun da 3 kuruşa annesine avuç açmasın'. İlk defa o vakit evin içinde bağırmıştım vurdu ve gol oldu diye.<br />
<br />
<br />cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-714588368521461842014-05-13T00:57:00.004+03:002014-05-13T00:57:55.629+03:00İçten gelen-25Biz her zaman baba ve oğul olacağız. Yağmur çamur demeden. Toz toprak demeden. Kuru ıslak demeden. Sisli karlı demeden. İyi kötü demeden. Geçmişin her daim içimizde bir yerlerde olduğunu bilerek, her zaman, hiçbir zaman demeden. Geleceğimiz ya da geçmişimiz olmadan. Her ölümle birlikte bir doğum olduğunu var saydığımız bu dünyada, biz her zaman baba ve oğul olacağız. Özlemlerle dolu her anı, kötüsü de dahil olmak üzere hatırlamanın vermiş olduğu söze binayen bileceğiz ki, biz her zaman baba ve oğul olacağız. Yanlışı ve doğrusunu kıyaslamanın gerek kalmayacağı bir dünyanın hayalinde, her zaman yan yana olacağız. Hatırlamanın adetten olmadığı, tebessümlerin belli günlere kalmadığı, tokalaşmanın ardından kucaklaşmanın keyfinin sürüldüğü zamanlar; biz her zaman baba ve oğul olacağız.<br />
Gidişinin her anını yüreğimin en derin yerlerinde hissettiğim gün 5 mayıs. Üzgünüm. hergün. Heran.cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-1526712603164394492013-12-19T23:09:00.000+02:002013-12-19T23:09:11.051+02:00İçten Gelen-24Aşk, 9 yaşındayken yaşanır derdi babam. Haklılığı kişiler ve kurumlar tarafından hiç tartışılmadı. Ben de bu zamana kadar hiç kimse ile tartışmadım. Babam haklı dedim ve geçtim. Ona nedenini soramadığım nadir konulardan bir tanesi de aşktır. Benim anlamayacağımdan değil, kendini anlatamayacağından emin olduğum için. Hiç sorgulamadım. Hiç merak etmedim. Nedenlerle dolu bu hayata, bir de ben sorumu sıkıştırmak istemedim. Bilerek ya da boş vererek. Sadece 10 yaşındayken artık aşık olamayacak mıyım diye sorduğumda, gülerek, 'hanım şu çocuğuna birşey söyle' demesi, beni, ona karşı her daim tetikte tutmuştu. Ha birde aklıma hep 'şu çocuğuna' kelimeler dizisi takılmıştır. Ama ben anneme de 'şu çocuk' ne demek, ben kimin oğluyum ki diye soramadım. Korktum. Acabalar takıldı hep aklımın bir köşesine. Ama yenilmedim. Ama korktum. <br />
Üzerine onca yılı koyduğum ve tarihini bile hatırlamadığım bir dönemde, hayatımıza elveda dediğinde, nedenlerle dolu başka bir bahara kalan ömrüm, her geçen dakika yanına gedişimin habercisi olmaya başladı. Babam mı bizi bırakmış, yoksa biz mi onu bırakmıştık. Tam olarak karar veremediğim bu dönemeçte, 9 yaşında değilim diye haykırmaya kalkmıştım sarı ışık süzmesinin altında. Saatlerce. Yalnız. Yorgun. Islak. Haksız. İsteksiz. Bilgisiz. Suratsız. Kaderci. <br />
Toprağını avuçlarımın içinde ısıtıp ısıtıp geri bırakmaya başlayalı ne kadar zaman geçmişti. Ne kadar zaman geçmişti kim bilir göz yaşlarıma sözümü geçireli. Ne kadar zaman geçmişti 'ne iş yapıyor' sorularını karşılıksız kalalı. Ne kadar zaman geçmişti yolda elinden tutanların baba olduğunu görmeyeli. <br />
Ne kadar zaman geçmişti ki zamansız yere akıllara düşüyordu ve fakat hiç unutulmadığını bileli ne kadar zaman geçmişti. <br />
Ne kadar baba!!<br />
<br />
<br />
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-91729288998021467192013-12-18T21:48:00.000+02:002013-12-18T21:48:29.201+02:00İçten Gelen-23İçeri girip etrafa bakınmak sadece bir dakikamı alması gerekirken en az on dakikamı almaştı. Bir antilobun peşinden saatlerce koşturan dişi aslanın yakaladıktan sonra yavruları ile yaptığı ziyafetse ,belki sadece beş dakikaya tekabül eden şu dünya da, neden bu denli yavaş bakındığımın habercisi , olsa olsa rahatlık olurdu. Kimileri, bazen, hızlıca turlayabildikleri atmosferde, etraftaki olup bitene benden fazla hakim olabilirlerdi. Aradığım eğer hiç kimse ise, hiçbir yerde bul(a)mamak için hiç birşey yapmadığımı anlamam kısa bir etraf süzmekten geçmekte ki, bunu öğreneli yaklaşık 29 yıl olmuştu. Dünyanın günah metropollerinde prens olarak dünyaya gelmişken, tombala da ilk çinkoyu yapmış bir aceminin feryadını kapıdan girdiğimde suratımın ortasında hissetmem, asıl benin arandığım bir yere geldiğimin hafiften belirtisiydi. <br />
Bu zamana kadar kaçmak değimini koşmak ile karıştıran ben, sağ ayağımı dizimden hafif kırıp solun önüne koyup, yerden yaklaşık beş santim kaldırdıktan sonra, kollarımı öne yatmış vücudumun soluna destekleyip almış olduğum koşu pozisyonunda kapıya yönelmeli yoksa 'merhaba' mı demeliyim bilemezken 'gelsene' diyen sese yönelmiştim bile.<br />
Yalnızlığını, bandırıp bandırıp çıkarttığı kadehte arayanlara inat, bara en yakın taburede aramaya başlayalı çok olmamışken, 'merhaba' dediğimde anladım aslında, hakikat benim ona olan ihtiyacımdı besbelli. <br />
Klasik sohbetin önüne geçmeden 'nasılsın' ile başlayan biz, son yudum suyunu çölde nerede olduğunu bilmeden tüketen bir bedevinin çekmiş olduğu ızdırap dolu dakikalar ile aynıydı sanki.<br />
Konuşurken, aklımın her hangi bir noktasına hitap etmediğini anladığımda, çişim geldi bahanesini, en son ilk okul birinci sınıfta beni tahtaya kaldıran öğretmenime 'ali ata bak' cümlesini okuyamadığımda bahane olarak sunmuş, 'bunu elbet söyleyeceksin, ha şimdi ha sonra' cevabını almıştım. Umarım ilk okul çağıma geri dönmemişimdir diye aklımdan geçirirken, Bizans Sultanı olarak nenden dünyaya gelmediğimi anlamam Muhammed Ali'nin sağ kroşesi gibi burnumun üstünde patlamıştı. Gerçekten de gelen çişimin beni rahatsız ettiği kararını orta okulda almaya başladığımda, 'anne çişim var' kelimesi keşke ilk okul döneminde öğretilse demiştim. <br />
Bunca zamandır nerede olduğunu düşündüğüm muhabbet kralının, ben yokmuşum gibi diğer bütün masalarda gezindiğini görmem, Serengeti'nin ortasından yol geçecek haberlerine üzüldüğüm kadar beni üzmese de, üzmüştü.<br />
Hep başka baharlara kalmayacağını bildiğim muhabbetten kurtulmak için yapabileceğim pek bir şey yokken, müzik kutusundan çalmaya başlayan 'The Last Shadow Puppets-My Mistakes Were Made For You' nerede, ve kim, ve kimlerle olduğumu hatırlatmış, bir dikişte bitirdiğim bardağımı havaya kaldırıp 'doldur' diye bağırmama sebep olmuştu. <br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-76034073375328087302013-12-16T21:44:00.001+02:002013-12-16T23:52:03.127+02:00İçten Gelen-22Konuşulacak ne kadar da çok şey vardı. Ben, okulu anlattım biraz. Sen, eskicilerde gördüğün koltukları... Bir ara karınlarımız ağrıyana kadar güldük.<br />
Bir ara hararetli hararetli tartıştık, bir ara sadece gazete kupürlerini okuduk, bir ara önümüzdeki birer şişe biraya bakarak suskunlaştık. Bir ara, sen mesanem doldu boşaltmam lazım diye tuvaletin yolunu tuttun. Ben senin dönüşünü beklerken etraftaki kıpırdayan turuncu renklerin sebebini anlamış ve kafam da nedenler silsilesinde çözdüğümü düşünüyordum. Sonra sen geldin ve biz içmeye devam ettik. Konuşmaya bile gerek duymadığımız o nadir anlardan biriydi bizim için. Bazen konuşmak, bazen de konuşmamak gerekirdi ve ikimizde bunun bilincindeydik. Bir ara kalksak ne yapabiliriz diye düşünürken hemen vazgeçtik saatin erken olduğunun farkına vararak. Bir ara gözün biranın köpüğüne takılırken, bir ara şişede ki ışık yansımasına takıldı. Bir ara televizyonda ki videolara bakarken, bir ara sıkılmıştın sanki. <br />
Bir ara yan masadakiler gürültü yapmış ve canın sıkılmıştı. Bir ara uyarmak istemiştin, burası ev değil diye düşünerek. <br />
Bir ara 'kalkalım' dedin, kendin bile zor duyduğun bir ses tonuyla. Bir ara 'kalkalım' dediğinden pişman oldun, üfleyerek okşadığın gözlerinden anladım.<br />
Bir ara bir bira daha içsek mi dedin, kendinden emin olmayan bir ses tonuyla. <br />
Bir ara bir arkadaşına merhaba dedin, keyfin onu görünce yerine gelmişti.<br />
Bir ara spor konuşmaya kalktın, hiç anlamadığın halde, sırf benim sporu sevdiğimi bildiğin için.<br />
Bir ara dayanamadın ve tuvalete gitme bahanesiyle kalkıp mekanda bir iki tur attın, belki bir kaç arkadaşın denk gelir ve eski günleri yad edersin diye.<br />
Bir ara bıraktın beni beyninde, geriye geleceğini adın gibi bilmene rağmen.<br />
Bir ara elin anahtara gitti, kalkalım der gibi.<br />
Bir ara kalktık. Ben saatin kaç olduğuna bile bakmamışken kalktık. Ben henüz söyleyeceklerimi söylemeden kalktık. Ben henüz ne tarafa gideceğimi oturtamamışken kafamda.<br />
Bir ara...cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-49914265163927439122013-12-14T01:36:00.000+02:002013-12-14T01:36:01.198+02:00İçten Gelen-21Siyah beyaz fotoğraflara, battaniye altında küçük ışık kaynakları ile bakmaya çalışırken, paranın insan hayatında bu kadar da önemli olmadığını anlamıştım. Yorgun gözlerde ki hüzün belirtisi sadece göz kenarlarına yansımış çizgiler değildi, hele ki insanların yaşlarını tahmin etmeye iten başlıca amaç kırışıklık belirtisi değilken, takmış olduğum silindir şapka yaşlılık belirtisi idi. Evet, ben, dünyalar savaşı diye itam edilen günlerde nefes nefese balonunun hava kaçırdığını gören bir turist gibi yalnız, ve yalnız ölümü düşünüyordum. Elimde pekte bir iş görür raporu olmayan küçük çaplı bir ondörtlük, ona hizmet için ant içmiş bir iki işe yaramaz mermiden başka birde palto. Sokaklarda, soğuk ve çamurun harmanlandığı karanlığın, hafif kendisini aydınlattığından haberi bile olmayan bir lambanın, bir kaç kapı gıcırtısının, insan olabileceğine inanmadığım şekle sahip olan hayvanların ve, ve evet Leonard Cohen'in o buğulu sesinden 'l am your man' in gürültüsünden başka bir ses duymayan ben, ölümü görmek için daldım l am your man'i dinlemeye.<br />
<br />
Sessiz bir dinleyişin hakim olduğu, buna eşlik etmek için kapalı göz kapakların 'dinleniyoruz' diye fısıltılı bir tavır sergileyerek konuştuğu,ve sindirim sisteminin tahta bardaklardan tükettiği J.P.CHENET MERLOT'u tartışmadığı birandı havaya yayılan huzur ve sis kokusu.<br />
<br />
Arkasından sessizce yaklaşmaya çalışırken bastığım dünyanın en gürültülü tahta zemini, beni ona yakalatmanın habercisiyken kala kaldım resmen rengini seçemediğim gözlerinin derinliğinde. Hafif kemikli burnu bu zamana kadar gördüğüm en güzel burun iken, yüzünün en güzel kısmı resmen kara kalem ile çizilmiş ağzı olmalıydı. Uzun kahverengi saçlarını yüzünde ki en küçük organı kabul edebileceğim kulaklarının arkasına sıkıştırmaya çalışırken, daha 30' lu yaşları görmediğini anlamam ise ayağa kalkıp 'merhaba' demesiyle ortaya çıkmıştı. Sesinde ki anaçlık, bu zaman kadar altından kalkmak zorunda kaldığı onlarca savaşın olğunluğundan başka ne olabilirdi ki...<br />
<br />
'Merhaba' demek bu kadar zor olmamalı derken kendime, 'şarap içer misin' sorusuna vermeye çalıştığım cevap, bu sade ve bir o kadar da huzur verici kadına 'evet' den başka ne olabilirdi ki...<br />
<br />
Sanırım, ilk önce ağzım ile beynim arasında ki bağlantıyı, 'evet' demek için, onun l am your man'i olmak için kurmam gerektiğini anlamam, ellerimi saçlarının arasında gezdirmem, dilediğimce gözlerine bakabilmem, kara kalem çalışması olduğunu düşündüğüm dudakları saatlerce öpebilmem ki kimseye hesap vermeden, sarılmam ki sıkı sıkı, uyumam ki sıcak sıcak... <br />
<br />
'Evet'...<br />
<br />
<br />
Korkak bir 'evet', yeni bulmuşken kaybetmekten korkan bir 'evet'...<br />
<br />
<br />
Yaşlı gözlerimden süzülen bir kaç damla yaş eşliğinde 'evet'...<br />
<br />
Son şarap kadehinin de bitmesinin ardından 'yatalım mı' diye ağızdan çıkan dünyanın en anlamlı sorusuna cevaben verilen bir 'evet'...<br />
<br />
Benimle ömrünü geçirmek ister misin sorusuna verilen cevap 'evet'...<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-76432578751945857872013-12-13T00:40:00.000+02:002013-12-13T00:40:12.959+02:00İçten Gelen-20Yalnızlığın beni alıp götürdüğü zamanların en derinliğindeyken paylaştığın hissiyattı kendime söylediklerim. Haklı olmanın her hangi bir anlamı olmadığı zaman diliminde, başkasına da anlatamadığım büyük korku planları içerisinde kaybolmuştum bu gece. Bu gece, havanın soğukluğunu sadece tenimde değil, beynimde ki her bir neronda, farklı farklı köprüler kurulmuşken hissettim. Bu gece, soğuk sadece yorgunluğum değil, pişmanlığımsa hiç değil. Bu gece ne olabilir ki derken anladım ben çaydanlığın altında su yokken onu kaynatmaya çalıştığımı. <br />
Eski zaman dilimlerinde ki gibi bir saygı ortamının yaratılması için gerekli kelimeleri kafamda toplamaya çalışırken anladım ben karnımın açlığa yenik düştüğünü. Ama bu gece.<br />
Bu gece, önümdeki her bir çöp torbasına tekme atmaya çalışırken bulduğumda kendimi; köşeden dönmeye çalışan bir tırın, köşenin başında görmediği motosikletli kişiyi öldürmesini gördüm. Alev alan zihnimde, tekrar ve tekrar.<br />
Bu gece gördüm ben, buz dolabında kokmaya yüz tutmuş bir marul demetinin ne kadar da çirkin olabileceğini. Bu gece atladım 100 metreden: Bir kedinin dört ayak üzerine düşmeyi bildiği hissiyatı yaşatmak için bu yorgun vücuda. <br />
Bu gece yalnızlık yaşattım ben, sağa ayırmaya çalışırken kendi bildiğini okumaya çalışan tek saç teline. <br />
Bu gece hissettirdim çıplak ayaklarıma çorap giymenin önemini.<br />
Bu gece fark ettirdim kendime, artık bu ülkede istediğin zaman istediğin yerde olunamayacağını.<br />
Koşmadım ben bu gece kimsenin önünden, rüzgarımla onları sarsmamak için.<br />
Almadım bu gece, alacağımda yoktu zaten satılan en ucuz hayatları.<br />
Anlamadım ben bu gece anlayamadığım bir çok hayatı.<br />
Ağzımda parçalanmaya yüz tutmuş bir kurabiyenin ıslaklığını anladım ben bu gece, lunaparkta gecenin karanlığına aldırmadan, bir daha hiç gelemeyecekmiş gibi oynayan bir çocuğun duyduğu hissiyatı anlamlandırmaya çalışırken anladım ben bu gece, bu gece, hayata dair anlam katamadığım bir çok duygumu anlamlandırdım ben, anlamlandıramadığım kadar. Ama ben bu geceyi bir o kadar da anlamlandıramadım, alıp benden götürülenleri anlamlandırabildiğim kadar. Çocukluğumu, gençliğimi ve şimdiyi anlamlandırmaya çalışırken kayboldum ben bu gece.<br />
bu gece, yazılanlardan bir anlam çıkarmaya çalışan seni bilmediğim kadar anlamadım ben. Bu gece, evet ve hayrın ne kadar boş olduğunu anladığım kadar anlamadım sisin görme yetimizi geçici yavaşlattığını.<br />
Bu gece...cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-58116833233193545362013-12-09T20:55:00.000+02:002013-12-09T20:55:31.887+02:00İçten Gelen -19Evet, evet...<br />
Yorgunluğun vermiş olduğu uzanışta, sol elini nereye koyacağını bilemeyen o ve sıcak havlu.<br />
Giydiği ayakkabıların kokusunu almamak için kafasını ne tarafa çevirmesi gerektiğini bilemezken, altına yapmış 5 aylık bir kız çoçuğunun yüzündeki huzursuzluğa sahipti. Erkek olmasına rağmen.<br />
Beyaz olduğunu düşündüğü odada yalnızlık,Ali ALTAY'ın söylediği 'İsmail abi' kelimesiyle son bulmuştu. Hafif tebessüm etmeyi bırakalı çokta olmamışken, geçmeyen dakikaları saymaya çalıştığinda 'salaksın oğlum' diye haykırmıştı dışarıda ki onu bekleyen soğuk ve puslu havaya.<br />
Onun için hayattaki en güzel dakikalar olmaya başlayan yüz üstü uzanışlar, yer çekiminin ciddiyetini bir kez daha anlamasına neden olduğunda anladı karanlığa olan haykırışlarının karşılıksız olduğunu. Sorulan soruları karanlıktan gelen cevaplar olarak alğılamak, cevap verme yetisini kaybettirmişti uzun zaman önce... Ve işte olan oldu muz tarlasında... Çıkan sesler duyulmaz oldu...<br />
<br />cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-17302150600982444072013-11-29T01:34:00.000+02:002013-11-29T01:34:10.277+02:00İçten Gelen -18B: N'oldu?<br />
İ.S: Biliyorsun...<br />
B: Hayrı bilmiyorum...<br />
İ.S: Biraz düşün.<br />
B: Hadi ama<br />
İ.S. Düşün dedim<br />
B: Saçmalama! Söyle<br />
İ.S: Bunu duymak istediğini biliyorum ama duymak istediğin şeyin n'olduğunu da bildiğini biliyorum.<br />
B: Söyle dedim sana!<br />
İ.S: Tamam, delirdin<br />
B: Ne, güldürme beni, delilik nedir ki?<br />
İ.S: Delilik yer çekimi gibidir ve arada bir dokunmak gerekir...<br />
Ve ben sana sadece dokundum...<br />
B:...cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-43854037602924307582013-08-31T01:34:00.000+03:002013-08-31T01:34:29.244+03:00İçten Gelen-17bilinmezligin icinde yürümeye başlamadan önce, buralarda olmadığımı bilmeni istemekten başka söyleyecek sözüm yoktu, ki hissettiğim rüzgar tüylerimi ürpertmeseydi. yeniden anladığımda sadece yürüyordum. arkasinda olan köpekten kaçmak için canını dişine takmış kedi misali yürüyen ben, nasıl olurda farkında değildim acaba yaşadıklarımın ağırlığının. nefes nefese, korkudan n'yapması gerektiğini bilmeyen ama kuyruğunu kaptırdığı kapanın kapısına yalvaran gözler ile bakan fare misali, dış dünyaya özlem duyan duyguları bastırmak, buradan oraya olan köprünün kırılması ve fakat onune gecilememesi... hiç beklemediğim anda yediğim sol kroşe gözlerimde gelen yaşın sadece habercisiyken ne yapabilirdim ki ikna etmek için kitapligimdaki 3 maymunu. Durdum ve beklemek zorunda kaldım. Sadece akan kanın ve elime gelen kıkırdak parçacıklarının yavaşlamasını. Artık beklemenin vermiş olduğu durağanliğa alıştığımı sanan ben, düşünceler denizinde almış olduğum yola inanamadan sadece köpekten kaçan kedi, kapandan nasıl kurtulabileceģini dusunen fare olmuştum. Uyanmaya çalışan bir ayının çıkarttığı sesleri bana pay etmeye çalışan hayat, aramızdaki köprünün bir şeridini calişmaya ayırdığı için trafiğe bir türlü düzen veremeyen ben... ittifak olamayan karaktersiz kişilikler ne kadar anlaşabiliyorsa o kadar anlaşabildiģim hayat görüşüm ile hayat arasındaki bu anlaşmazlığı, her zaman lanet olsunlarla geçiştirmek üzereyken, tamda komşumun köpeğinin, sanki kapıya sıkışmış kuyruğunun acısına ver yansın etmesiyle son buldu. Donan yüzüme aynada olup biteni anlatmaya çalışmak kıpırdatamadığım dudaklarım ile sana yalan söylemek kadar zorken oturduğum yerden ahkam kesmek tam benlikken, benliğimin önüne geçen trajik ama bir o kadarda eğlenceli olan yere düşüşüm, benliğimi yıpratmak için yola çıkmıştı. Uzun ve yorucu olan çifte catişmalardan öğrendiğim tek şey 'hiçbişey senden daha önemli değil' cümlesinin ağzına tüküren ben, yorğunluktan havada asılı kalan tükürüğüme sözümü anlatamadığımda saldım bebeğim. Ve evet ben elime deniz anası almadım...cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-14189268937342011972013-05-23T23:42:00.001+03:002013-05-23T23:42:47.999+03:00İçten Gelen-16<br />
<div class="MsoNormal">
Ben gitmiyorum. Bu benim savaşım değil ve hiç olmadı. Ben yaşayayım
diye kaç kişi kendini feda etti bilmiyorum ama, ben gitmiyorum, gitmiyorum…
bugün de dediğim gibi, Afrika da su kalmamış bir gölde yuvarlanmaya çalışıp
serinlediğini düşünen bir hipopotam gibi hissetmekten sıkıldığım için, ben
gitmiyorum ve gitmeyeceğim. </div>
<div class="MsoNormal">
Yorgunluğun vermiş olduğu saçmalamalar dünyansında, aklın
bile alamayacağını düşündüğün hayallerin içinden sıyrılmışken gitmek- anlamsız
koşuşturma boyutunda çalkalanmaktan başka bir duygu uyandırmayan bu dünyevi
bedende- karamsar bir çoçuğun kararsız bir çoçuğa hükmetmek istemesi gibi gün
ışığına hükmeden karanlık, ben gitmiyorum… havada kalmış anlamları arıyan
bizler, daha çok gökyüzünden inen yağmur tanelerinin çağpışmamasının bir nimet
olduğunu anlamayan bizler, kar tanesinin şeklini çizmeye çalışan bizler… ben
gitmiyorum.</div>
<div class="MsoNormal">
Hala uzaylı istilasının bir film edasında gerçekleşmesini
bekleyen sizlerle aynı havayı teneffüs eden ben gitmek yerine kalmayı seçtim…</div>
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-862748940024278892012-12-03T23:30:00.000+02:002012-12-03T23:30:05.608+02:00İçten Gelen-15<br />
<div class="MsoNormal">
-Mındar ettin mına koduğumun balığını oğlum, alma dedikçe
alıp öldürmekten keyf alan sen gibi göt daha da gelmez bu dünyaya haberin
olsun. Yok tuzmuş, yok anbiyotikmiş ki o da aynı zamanda antifungalmış… mal
mısın oğlum sen, para tuzağı bunlar bilmiyor musun?</div>
<div class="MsoNormal">
-Ya bi git akşam akşam, sen n’anlarsın oğlum hayvan
sevgisinden, besili panda seni.</div>
<div class="MsoNormal">
-tabi tabi ben anlamam kesinlikle, oğlum ben senin gibi iki
günde on balık öldürmedim ya henüz, anlamam ki anlatsan da anlamam.</div>
<div class="MsoNormal">
-Ben n’payım oğlum, öldürmek için almıyoruz biz o balıkları,
büyütmek ilk hedef. Sonra da üretim çiftliği kurup ücretsiz dağıtıcam
memlekete.</div>
<div class="MsoNormal">
- Ya bi git gerizekalı manda seni, iki günde on tane balık
öldür sonrada otur karşımda üretim falan diye saçmala, sığır!</div>
<div class="MsoNormal">
- Lan bak abartmaya başladın azına sıçarım senin, kendine
gel, artık hakaret boyutuna vardırmaya başladın. Samimiyetimize güvenip salak
saçma konuşuyorsun diye bu zamana kadar sesimi çıkarmadım ama ayıp oluyo. Mal mısın
nesin, hayret bişey ya…</div>
<div class="MsoNormal">
-N’oldu süt oğlan? Hemen de bozulurmuş, dost acı söyler
oğlum yapamıyosun bari salak saçma hayaller peşinde koşma. yol yakındanken,
yaşında başarısızlığı kaldırıyoken vazgeç.</div>
<div class="MsoNormal">
-Lan sen ne yavşak
adammışsın bilader ya… hayırdır lan doğru söyle sıkıntın ne oğlum senin,
balık malık bahane belli mına koyim!!</div>
<div class="MsoNormal">
-harbi bi sıkıntım olduğumu belli ettim mi lan tosba?</div>
<div class="MsoNormal">
-hayırdır oğlum, şimdi dalıcam haberin yok! Hayır sonra
uyandığında şuan konuştuğun boşluk tamamen ödemden dolmuş, burun dediğin
kısımdan kandan pıhlaşmış olucak. Anca ılık bir akıntı hissedeceksin haberin
olsun. Tabi genzine dolan pis kan yüzünden kusma isteğinden benden sana koca
bir hediye, hem de kapalı paket eşliğinde değil de alenen.</div>
<div class="MsoNormal">
-hayırdır erkeklik
duyguların kabardı iyice!</div>
<div class="MsoNormal">
- yok yok kabaran şey erkeklik duygularımın yanında solda
sıfır, önümde donsuz geziyorsun da haberin yok.</div>
<div class="MsoNormal">
-pisliğe bağladın iyice ve fakat şu konuştukların zerre
sikimde değil haberin olsun. O balıkları da öldürme sıçmayım yumurta kafana. Ha
bu arada yarın ilk iş onları aldığın yere iade et.</div>
<div class="MsoNormal">
-o değil de bu gece n’yapsam diye düşünürken aklıma ne gelse
beğenirsin?</div>
<div class="MsoNormal">
- hayırdır lan?</div>
<div class="MsoNormal">
-bi tepsi midye dolma alsak da evde onu patlatsak ya </div>
<div class="MsoNormal">
- deme oğlum ya, canım çekti, bi tarafım şişecek şimdi, hadi
lan yürü bi yerden bulalımda ziyefede girişelim.</div>
<div class="MsoNormal">
-tamam hadi yürü…</div>
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-71790566190247256722012-12-03T00:30:00.002+02:002012-12-03T00:30:27.911+02:00İçten Gelen-14Yorgunluğun vermiş olduğu enerji patlaması sonucunda uyuyamamıştım halbuki bu gece. Farklı olması gerekmez miydi uzun bir aradan sonra duyguların öne çıkışı derken,' körle gelen bir olur mu' diye bağırdım önce sokağın kalabalık sessizliğine.<br />
<br />
Karanlık ile aydınlık, gölge ile sıcak yer, diri ile ölü* nasıl ki bir olmazsa benim hayatımda, senin hayatında da bir olmalı dedim.<br />
Nasıl yani senin benim diye ayırmalı mıyız? derken bile o da ayırdığımızın farkındaydı besbelli ki.<br />
Neden ayırmayalım-ayrılmayalım- ki, sen benden o kadar farklısın ki sayemde almış olduğun nefese rağmen, ikimiz aynı bedenin farklı kişilikleri olmaktan nasıl vazgeçebiliriz. Bende bilmiyorum ama ben senden ayrılmak istemiyorum. Ama ben senden farklı olmayı kabul edebiliyorum, senin de bunu yapabileceğini biliyorum.<br />
Sarı sokak lambasının altında başlayan tatlı bir arkadaşlık gibisi yoktur ama bilirsin...<br />
Orada mısın?<br />
Cevap vermem senin hayatında neden bu kadar önemli ki, zaten burada olduğumu ve istemesem de benimle yaşayacağını bilmiyor musun? Lütfen...<br />
Hayır yeter, artık olması gereken bu değil, biliyorsun biraz, n'olur hatta biraz değil uzak dur, hatta yok yok komple çık git hayatımın karmaşasından... Lütfen...<br />
Hayır, artık beni ruhumun acıtasyonuyla kandırmaya çalışmaktan vazgeçmelisin. Olmaz, artık sana izin vermem. İçimden, kanımın her damlasından yararlanmanı istemiyorum, daha fazla izin gösteremem, göstermem.<br />
<br />
Tamam, tek bir soruma cevap ver o zaman. Lütfen!<br />
Bu zamana kadar ben herşeyin güzel gittiğini düşünürken n'olduda bu şekilde farklı kutuplar olduk?<br />
Artık sana inanmıyorum. Seninle yaşamam gerektiği gerçeğini kabullenmiyorum, kabullenemiyorum. Ve ayrıca artık seni duymak midemi bulandırıyor, ışıklar çok fazla renkli geliyor, telefon çok fazla çalıyor, kanalların sayısı çok fazla arttı, sigaraya zam geldi ki daha da önemlisi ben bugün Oğuz ATAY okudum...<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
<br /></blockquote>
cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2338162746200340371.post-74675505796412034882012-11-26T00:47:00.001+02:002012-11-26T00:47:39.765+02:00İçten Gelen-13Geldim ben uzun zaman oldu, evet evet gayet uzun. ben bile hatırlayamazken senin, onun ya da her hangi birisinin hatırlamasını beklemediğim kadar uzun. gitmiştim. neden? ben bile bilmiyorum. test etmek değil, bir şeyleri anlatmaksa hiç değil ki anlatamam da ya da anlatırım da bu şekilde değil. belki o da olur bir gün. yazmam yani ya da yazdıklarımı yayınlamayaraktan bir takım ceza, yok yok o da değil... neyse ney aman be geldim yeniden. neden şimdi, ya da nasıl oldu. bilmiyorum işte ve uzatmıyorum sadece geldim ben. değişen değişti gerisi benimdir...cem cengizhttp://www.blogger.com/profile/14515957334202722462noreply@blogger.com0