22.06.2012

İçten Gelen-8


Sadece tuhaf rüzgar sesinden ibaretti sokakta ki gürültü. Yalnızdı, etrafımda ki bağırışmalar, köpek sesleri, dondurma yalarken ağızdan çıkan değişik sesler ve az ilerde ki araç sesi. Soğuk sayılabilir miydi peki? Esinti yüzünden mi soğuk olduğunu düşünüyordu, yoksa gerçekten soğuk muydu? Koyu bir kot, mavi bir tshort...
Belden yukarısının esintiyi hissettiği, belden aşağısının bankta ki yalnızlığı hissettiği bir gece. Yorgun bir karanlık, biraz kirli, biraz beyaz.  Koşmaya çalışan bir gece; sabaha biran önce ulaşmak için. Oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun feryadı gibi tam olarak ne istediğini bilen bir gece. Yorgun hayır hayır yalnız bir adam. Gece de adımlamış. Sadece bir, belki iki adım. Ağrıyan sağ kol, akan burun. Sol delik-burun deliği-. Jölesiz saç, yatık, biraz sağa biraz da sola. O da bilmiyor. Uzun sayılamayacak bir boy, geniş sayılamayacak bir omuz, üstünde orantılı sayılamayacak bir baş. Arkadan gelen bir müzik. Nereden geldiğini anlamaya çalışan, tedirgin değil de meraklı gözler. Meraklı çünkü: saat çok geç. Çünkü: Orhan Gencebay. Çünkü: Batsın Bu Dünya. Birden, farkında bile olmadan, istemeden ya da isteyerek, dudaklara ve beyne hakim olamadan kurulan köprüler. Neronların: dudakları ele geçirişi, soğuktan, hayır esintiden-tatlı olan esintiden- dişlerin birbirlerine olan senkronizasyonel şekilde çarpışmalarını önlemeleri, bunları, yorgun olan hayır yalnız olan ya da her ikisi de, ama koyu kotlu olan. Neyse ney olan, belki de hiçbir şey olmayan ya da bazı şeyleri olabilmek için uğraşan fakat yine de olamayan. Olmak istememesi için hiç bir sebep teşkil edilmemiş ya da tayin edilmemiş ya da edilememiş olan. Ah be Orhan baba dedikten sonra her' Batsın Bu Dünya' kısmında inşallah diyen...