19.12.2013

İçten Gelen-24

Aşk, 9 yaşındayken yaşanır derdi babam. Haklılığı kişiler ve kurumlar tarafından hiç tartışılmadı. Ben de bu zamana kadar hiç kimse ile tartışmadım. Babam haklı dedim ve geçtim. Ona nedenini soramadığım nadir konulardan bir tanesi de aşktır. Benim anlamayacağımdan  değil, kendini anlatamayacağından emin olduğum için. Hiç sorgulamadım. Hiç merak etmedim. Nedenlerle dolu bu  hayata, bir de ben sorumu sıkıştırmak istemedim. Bilerek ya da boş vererek. Sadece 10 yaşındayken artık aşık olamayacak mıyım diye sorduğumda, gülerek, 'hanım şu çocuğuna birşey söyle' demesi, beni, ona karşı her daim tetikte tutmuştu. Ha birde aklıma hep 'şu çocuğuna' kelimeler dizisi takılmıştır. Ama ben anneme de 'şu çocuk' ne demek, ben kimin oğluyum ki diye soramadım. Korktum. Acabalar takıldı hep  aklımın bir köşesine. Ama yenilmedim. Ama korktum.
Üzerine onca yılı koyduğum ve tarihini bile hatırlamadığım bir dönemde, hayatımıza elveda dediğinde, nedenlerle dolu başka bir bahara kalan ömrüm, her geçen dakika yanına gedişimin habercisi olmaya başladı. Babam mı bizi bırakmış, yoksa biz mi onu bırakmıştık. Tam olarak karar veremediğim bu dönemeçte, 9 yaşında değilim diye haykırmaya kalkmıştım sarı ışık süzmesinin altında. Saatlerce. Yalnız. Yorgun. Islak. Haksız. İsteksiz. Bilgisiz. Suratsız. Kaderci.
Toprağını avuçlarımın içinde ısıtıp ısıtıp geri bırakmaya başlayalı ne kadar zaman geçmişti. Ne kadar zaman geçmişti kim bilir göz yaşlarıma sözümü geçireli. Ne kadar zaman geçmişti 'ne iş yapıyor' sorularını karşılıksız kalalı. Ne kadar zaman geçmişti yolda elinden tutanların baba olduğunu görmeyeli.
Ne kadar zaman geçmişti ki zamansız yere akıllara düşüyordu ve  fakat hiç unutulmadığını bileli ne kadar zaman geçmişti.
Ne kadar baba!!


18.12.2013

İçten Gelen-23

İçeri girip etrafa bakınmak sadece bir  dakikamı alması gerekirken en az on dakikamı almaştı. Bir antilobun peşinden saatlerce koşturan dişi aslanın yakaladıktan sonra yavruları ile yaptığı ziyafetse ,belki sadece beş dakikaya tekabül eden şu dünya da, neden bu denli yavaş bakındığımın habercisi , olsa olsa rahatlık olurdu. Kimileri, bazen, hızlıca turlayabildikleri atmosferde, etraftaki olup bitene benden fazla hakim olabilirlerdi. Aradığım eğer hiç kimse ise, hiçbir yerde bul(a)mamak için hiç birşey yapmadığımı anlamam kısa bir etraf süzmekten geçmekte ki, bunu öğreneli yaklaşık 29 yıl olmuştu. Dünyanın günah metropollerinde prens olarak dünyaya gelmişken, tombala da ilk çinkoyu yapmış bir aceminin feryadını kapıdan girdiğimde suratımın ortasında hissetmem, asıl benin arandığım bir yere geldiğimin hafiften belirtisiydi.
Bu zamana kadar kaçmak değimini koşmak ile karıştıran ben, sağ ayağımı dizimden hafif kırıp solun önüne koyup, yerden yaklaşık beş santim kaldırdıktan sonra, kollarımı öne yatmış vücudumun soluna destekleyip almış olduğum koşu pozisyonunda kapıya yönelmeli yoksa 'merhaba' mı demeliyim bilemezken 'gelsene' diyen sese yönelmiştim bile.
Yalnızlığını, bandırıp bandırıp çıkarttığı kadehte arayanlara inat, bara en yakın taburede aramaya başlayalı çok olmamışken, 'merhaba' dediğimde anladım aslında, hakikat benim ona olan ihtiyacımdı besbelli.
Klasik sohbetin önüne geçmeden 'nasılsın' ile başlayan biz, son yudum suyunu çölde nerede olduğunu bilmeden tüketen bir bedevinin çekmiş olduğu ızdırap dolu dakikalar ile aynıydı sanki.
Konuşurken, aklımın her hangi bir noktasına hitap etmediğini anladığımda, çişim geldi bahanesini, en son ilk okul birinci sınıfta beni tahtaya kaldıran öğretmenime 'ali ata bak' cümlesini okuyamadığımda bahane olarak sunmuş, 'bunu elbet söyleyeceksin, ha şimdi ha sonra' cevabını almıştım. Umarım ilk okul çağıma geri dönmemişimdir diye aklımdan geçirirken, Bizans Sultanı olarak nenden dünyaya gelmediğimi anlamam Muhammed Ali'nin sağ kroşesi gibi burnumun üstünde patlamıştı. Gerçekten de gelen çişimin beni rahatsız ettiği kararını orta okulda almaya başladığımda, 'anne çişim var' kelimesi  keşke ilk okul döneminde öğretilse demiştim.
Bunca zamandır nerede olduğunu düşündüğüm muhabbet kralının, ben yokmuşum gibi diğer bütün masalarda gezindiğini görmem, Serengeti'nin ortasından yol geçecek haberlerine üzüldüğüm kadar beni üzmese de, üzmüştü.
Hep başka baharlara kalmayacağını bildiğim muhabbetten kurtulmak için yapabileceğim pek bir şey yokken, müzik kutusundan çalmaya başlayan 'The Last Shadow Puppets-My Mistakes Were Made For You' nerede, ve kim, ve kimlerle olduğumu hatırlatmış, bir dikişte bitirdiğim bardağımı havaya kaldırıp 'doldur' diye bağırmama sebep olmuştu.





16.12.2013

İçten Gelen-22

Konuşulacak ne kadar da çok şey vardı. Ben, okulu anlattım biraz. Sen, eskicilerde gördüğün koltukları... Bir ara karınlarımız ağrıyana kadar güldük.
Bir ara hararetli hararetli tartıştık, bir ara sadece gazete kupürlerini okuduk, bir ara önümüzdeki birer şişe biraya bakarak suskunlaştık. Bir ara, sen mesanem doldu boşaltmam lazım diye tuvaletin yolunu tuttun. Ben senin dönüşünü beklerken etraftaki kıpırdayan turuncu renklerin sebebini anlamış ve kafam da nedenler silsilesinde çözdüğümü düşünüyordum. Sonra sen geldin ve biz içmeye devam ettik. Konuşmaya bile gerek duymadığımız o nadir anlardan biriydi bizim için. Bazen konuşmak, bazen de konuşmamak gerekirdi ve ikimizde bunun bilincindeydik. Bir ara kalksak ne yapabiliriz diye düşünürken hemen vazgeçtik saatin erken olduğunun farkına vararak. Bir ara gözün biranın köpüğüne takılırken, bir ara şişede ki ışık yansımasına takıldı. Bir ara televizyonda ki videolara bakarken, bir ara sıkılmıştın sanki.
Bir ara yan masadakiler gürültü yapmış ve canın sıkılmıştı. Bir ara uyarmak istemiştin, burası ev değil diye  düşünerek.
Bir ara 'kalkalım' dedin, kendin bile zor duyduğun bir ses tonuyla. Bir ara 'kalkalım' dediğinden pişman oldun, üfleyerek okşadığın gözlerinden anladım.
Bir ara bir bira daha içsek mi dedin, kendinden emin olmayan bir ses tonuyla.
Bir ara bir arkadaşına merhaba dedin, keyfin onu görünce yerine gelmişti.
Bir ara spor konuşmaya kalktın, hiç anlamadığın halde, sırf benim sporu sevdiğimi bildiğin için.
Bir ara dayanamadın ve tuvalete gitme bahanesiyle kalkıp mekanda bir iki tur attın, belki bir kaç arkadaşın denk gelir ve eski günleri yad edersin diye.
Bir ara bıraktın beni beyninde, geriye geleceğini adın gibi bilmene rağmen.
Bir ara elin anahtara gitti, kalkalım der gibi.
Bir  ara kalktık. Ben saatin kaç olduğuna bile bakmamışken kalktık. Ben henüz söyleyeceklerimi söylemeden kalktık. Ben henüz ne tarafa gideceğimi oturtamamışken kafamda.
Bir ara...

14.12.2013

İçten Gelen-21

Siyah beyaz fotoğraflara, battaniye altında küçük ışık kaynakları ile bakmaya çalışırken, paranın insan hayatında bu kadar da önemli olmadığını anlamıştım. Yorgun gözlerde ki hüzün belirtisi sadece göz kenarlarına yansımış çizgiler değildi, hele ki  insanların yaşlarını tahmin etmeye iten başlıca amaç kırışıklık belirtisi değilken, takmış olduğum silindir şapka yaşlılık belirtisi idi. Evet, ben, dünyalar savaşı diye itam edilen günlerde  nefes nefese balonunun hava kaçırdığını gören bir turist gibi yalnız, ve yalnız ölümü düşünüyordum. Elimde pekte bir iş görür raporu olmayan küçük çaplı bir ondörtlük, ona hizmet için ant içmiş bir iki işe yaramaz mermiden başka birde palto. Sokaklarda, soğuk ve çamurun harmanlandığı karanlığın, hafif kendisini aydınlattığından haberi bile olmayan bir lambanın, bir kaç kapı gıcırtısının, insan olabileceğine inanmadığım şekle sahip olan hayvanların ve, ve evet Leonard Cohen'in o buğulu sesinden 'l am your man' in gürültüsünden başka bir ses duymayan ben, ölümü görmek için daldım l am your man'i  dinlemeye.

Sessiz bir dinleyişin hakim olduğu, buna eşlik etmek için  kapalı göz kapakların 'dinleniyoruz' diye fısıltılı bir tavır sergileyerek konuştuğu,ve sindirim sisteminin tahta bardaklardan tükettiği J.P.CHENET MERLOT'u tartışmadığı birandı havaya yayılan huzur ve sis kokusu.

Arkasından sessizce yaklaşmaya çalışırken bastığım dünyanın en gürültülü tahta zemini, beni ona yakalatmanın habercisiyken kala kaldım resmen rengini seçemediğim gözlerinin derinliğinde. Hafif kemikli burnu  bu zamana kadar gördüğüm en güzel burun iken, yüzünün en güzel kısmı resmen kara kalem ile çizilmiş ağzı olmalıydı. Uzun kahverengi saçlarını yüzünde ki en küçük organı kabul edebileceğim kulaklarının arkasına sıkıştırmaya çalışırken, daha 30' lu yaşları görmediğini anlamam ise ayağa kalkıp 'merhaba' demesiyle ortaya çıkmıştı. Sesinde ki anaçlık, bu zaman kadar altından kalkmak zorunda kaldığı onlarca savaşın olğunluğundan başka ne olabilirdi ki...

'Merhaba' demek bu kadar zor olmamalı derken kendime, 'şarap içer misin' sorusuna vermeye çalıştığım cevap, bu sade ve bir o kadar da huzur verici kadına 'evet' den başka ne olabilirdi ki...

Sanırım, ilk önce ağzım ile beynim arasında ki bağlantıyı, 'evet' demek için, onun l am your  man'i olmak için kurmam gerektiğini anlamam, ellerimi saçlarının arasında gezdirmem, dilediğimce gözlerine bakabilmem, kara kalem çalışması olduğunu düşündüğüm dudakları saatlerce öpebilmem ki kimseye hesap vermeden, sarılmam ki sıkı sıkı, uyumam ki sıcak sıcak...

'Evet'...


Korkak bir 'evet', yeni bulmuşken kaybetmekten korkan bir 'evet'...


Yaşlı gözlerimden süzülen bir kaç damla yaş eşliğinde 'evet'...

Son şarap kadehinin de bitmesinin ardından 'yatalım mı' diye ağızdan çıkan dünyanın en anlamlı sorusuna cevaben verilen bir 'evet'...

Benimle ömrünü geçirmek ister misin sorusuna verilen cevap  'evet'...




13.12.2013

İçten Gelen-20

Yalnızlığın  beni alıp götürdüğü zamanların en derinliğindeyken paylaştığın hissiyattı kendime söylediklerim. Haklı olmanın her hangi bir anlamı olmadığı zaman diliminde, başkasına da anlatamadığım büyük korku planları içerisinde kaybolmuştum bu gece. Bu gece, havanın soğukluğunu sadece tenimde değil, beynimde ki her bir neronda, farklı farklı köprüler kurulmuşken hissettim. Bu gece, soğuk sadece yorgunluğum değil, pişmanlığımsa hiç değil. Bu gece ne olabilir ki derken anladım ben  çaydanlığın altında su yokken onu kaynatmaya çalıştığımı.
Eski zaman dilimlerinde ki gibi bir saygı ortamının yaratılması için gerekli kelimeleri kafamda toplamaya çalışırken anladım ben karnımın açlığa yenik düştüğünü. Ama bu gece.
Bu gece, önümdeki her bir çöp torbasına tekme atmaya çalışırken bulduğumda kendimi; köşeden dönmeye  çalışan bir tırın, köşenin başında görmediği motosikletli kişiyi öldürmesini gördüm.  Alev alan zihnimde, tekrar ve tekrar.
Bu gece gördüm ben, buz dolabında kokmaya yüz tutmuş bir marul demetinin ne kadar da çirkin olabileceğini. Bu gece atladım 100 metreden: Bir kedinin  dört ayak üzerine düşmeyi bildiği hissiyatı yaşatmak için bu yorgun vücuda.
Bu gece yalnızlık yaşattım ben, sağa ayırmaya çalışırken kendi bildiğini okumaya çalışan tek saç teline.
Bu gece hissettirdim  çıplak ayaklarıma çorap giymenin önemini.
Bu gece fark ettirdim kendime, artık bu ülkede istediğin zaman istediğin yerde olunamayacağını.
Koşmadım ben bu gece kimsenin önünden,  rüzgarımla onları sarsmamak için.
Almadım bu gece, alacağımda yoktu zaten satılan en ucuz hayatları.
Anlamadım ben bu gece anlayamadığım bir çok hayatı.
Ağzımda parçalanmaya yüz tutmuş bir kurabiyenin ıslaklığını anladım ben bu gece, lunaparkta gecenin karanlığına aldırmadan, bir daha hiç gelemeyecekmiş gibi oynayan bir çocuğun duyduğu hissiyatı anlamlandırmaya çalışırken anladım ben bu gece, bu gece, hayata dair anlam katamadığım bir çok duygumu anlamlandırdım ben, anlamlandıramadığım kadar. Ama ben bu geceyi bir o kadar da anlamlandıramadım, alıp benden götürülenleri anlamlandırabildiğim kadar. Çocukluğumu, gençliğimi ve şimdiyi anlamlandırmaya çalışırken kayboldum ben bu  gece.
bu gece, yazılanlardan bir anlam çıkarmaya çalışan seni bilmediğim kadar anlamadım ben. Bu gece, evet ve hayrın ne kadar boş olduğunu anladığım kadar anlamadım sisin görme yetimizi geçici yavaşlattığını.
Bu gece...

9.12.2013

İçten Gelen -19

Evet, evet...
Yorgunluğun vermiş olduğu uzanışta, sol elini nereye koyacağını bilemeyen o ve sıcak havlu.
Giydiği ayakkabıların kokusunu almamak için kafasını ne tarafa çevirmesi gerektiğini bilemezken, altına yapmış 5 aylık bir kız çoçuğunun yüzündeki huzursuzluğa sahipti. Erkek olmasına rağmen.
Beyaz olduğunu düşündüğü odada yalnızlık,Ali ALTAY'ın söylediği 'İsmail abi' kelimesiyle son bulmuştu. Hafif tebessüm etmeyi bırakalı çokta olmamışken, geçmeyen dakikaları saymaya çalıştığinda 'salaksın oğlum' diye haykırmıştı dışarıda ki onu bekleyen soğuk ve puslu havaya.
Onun için hayattaki en güzel dakikalar olmaya başlayan yüz üstü uzanışlar, yer çekiminin ciddiyetini bir kez daha anlamasına neden olduğunda anladı karanlığa olan haykırışlarının karşılıksız olduğunu. Sorulan soruları karanlıktan gelen cevaplar olarak alğılamak, cevap verme yetisini kaybettirmişti uzun zaman önce... Ve işte olan oldu muz tarlasında... Çıkan sesler duyulmaz oldu...

29.11.2013

İçten Gelen -18

B: N'oldu?
İ.S: Biliyorsun...
B: Hayrı bilmiyorum...
İ.S: Biraz düşün.
B: Hadi ama
İ.S. Düşün dedim
B: Saçmalama! Söyle
İ.S: Bunu duymak istediğini biliyorum ama duymak istediğin şeyin n'olduğunu da bildiğini biliyorum.
B: Söyle dedim sana!
İ.S: Tamam, delirdin
B: Ne, güldürme beni, delilik nedir ki?
İ.S: Delilik yer çekimi gibidir ve arada bir dokunmak  gerekir...
Ve ben sana sadece dokundum...
B:...

31.08.2013

İçten Gelen-17

bilinmezligin icinde yürümeye başlamadan önce, buralarda olmadığımı bilmeni istemekten başka söyleyecek sözüm yoktu, ki hissettiğim rüzgar tüylerimi ürpertmeseydi. yeniden anladığımda sadece yürüyordum. arkasinda olan köpekten kaçmak için canını dişine takmış kedi misali yürüyen ben, nasıl olurda farkında değildim acaba yaşadıklarımın ağırlığının. nefes nefese, korkudan n'yapması gerektiğini bilmeyen ama kuyruğunu kaptırdığı kapanın kapısına yalvaran gözler ile bakan fare misali, dış dünyaya özlem duyan duyguları bastırmak, buradan oraya olan köprünün kırılması ve fakat onune gecilememesi... hiç beklemediğim anda yediğim sol kroşe gözlerimde gelen yaşın sadece habercisiyken ne yapabilirdim ki ikna etmek için kitapligimdaki 3 maymunu. Durdum ve beklemek zorunda kaldım.  Sadece akan kanın ve elime gelen kıkırdak parçacıklarının yavaşlamasını. Artık beklemenin vermiş olduğu durağanliğa alıştığımı sanan ben, düşünceler denizinde almış olduğum yola inanamadan sadece köpekten kaçan kedi, kapandan nasıl kurtulabileceģini dusunen fare olmuştum. Uyanmaya çalışan bir ayının çıkarttığı sesleri bana pay etmeye çalışan hayat, aramızdaki köprünün bir şeridini calişmaya ayırdığı için trafiğe bir türlü düzen veremeyen ben... ittifak olamayan karaktersiz kişilikler ne kadar anlaşabiliyorsa o kadar anlaşabildiģim hayat görüşüm ile hayat arasındaki bu anlaşmazlığı, her zaman lanet olsunlarla geçiştirmek üzereyken, tamda komşumun köpeğinin, sanki kapıya sıkışmış kuyruğunun acısına ver yansın etmesiyle son buldu. Donan yüzüme aynada olup biteni anlatmaya çalışmak kıpırdatamadığım dudaklarım ile sana yalan söylemek kadar zorken oturduğum yerden ahkam kesmek tam benlikken, benliğimin önüne geçen trajik ama bir o kadarda eğlenceli olan yere düşüşüm, benliğimi yıpratmak için yola çıkmıştı. Uzun ve yorucu olan çifte catişmalardan öğrendiğim tek şey 'hiçbişey senden daha önemli değil' cümlesinin ağzına tüküren ben, yorğunluktan havada asılı kalan tükürüğüme sözümü anlatamadığımda saldım bebeğim.  Ve evet ben elime deniz anası almadım...

23.05.2013

İçten Gelen-16


Ben gitmiyorum. Bu benim savaşım değil ve hiç olmadı. Ben yaşayayım diye kaç kişi kendini feda etti bilmiyorum ama, ben gitmiyorum, gitmiyorum… bugün de dediğim gibi, Afrika da su kalmamış bir gölde yuvarlanmaya çalışıp serinlediğini düşünen bir hipopotam gibi hissetmekten sıkıldığım için, ben gitmiyorum ve gitmeyeceğim.
Yorgunluğun vermiş olduğu saçmalamalar dünyansında, aklın bile alamayacağını düşündüğün hayallerin içinden sıyrılmışken gitmek- anlamsız koşuşturma boyutunda çalkalanmaktan başka bir duygu uyandırmayan bu dünyevi bedende- karamsar bir çoçuğun kararsız bir çoçuğa hükmetmek istemesi gibi gün ışığına hükmeden karanlık, ben gitmiyorum… havada kalmış anlamları arıyan bizler, daha çok gökyüzünden inen yağmur tanelerinin çağpışmamasının bir nimet olduğunu anlamayan bizler, kar tanesinin şeklini çizmeye çalışan bizler… ben gitmiyorum.
Hala uzaylı istilasının bir film edasında gerçekleşmesini bekleyen sizlerle aynı havayı teneffüs eden ben gitmek yerine kalmayı seçtim…