30.03.2015

İçten Gelen-29

Geç kaldım, biliyorum. Beklemekte olduğunuz şeyin farkında olmadığınız o dair anların büyüsünde, suya düşmüş bir nilüfer misali savrulmakla meşguldum. Yorgun, bitkin ve bir o kadar da çaresiz.
Bulmaya çalıştığım şeyin, gerçekte ihtiyacım olan şey-şeyler- olduğunu anlamadan sarılmışım hayatın içinde ki bir damla tatlı suya. Bazen ki, ne kadar ihtiyaç duyduğumuzun farkında olmadan bize hayat veren bir damla; yanımızda ki her türlü aparatın üzerinde gözümüzün içine bakarken, görmezden gelmek bir yana kalsın, görememek ve hatta...
Uçmak gibidir bazen. Kimsesiz...
Yolda yürürken, esen rüzgarın saçlarını savurması gibi. Yağan yağmur gibi bazen, bazen güneş gözlüğü gibi. Gözlerini kısmaya gerek duymadan.
Düşünmek istediğinin farkındayım. 'Ne oluyor be' diye iç geçirdiğinin, 'neyin kafası' dediğini duyuyorum.
Görmek için sabırsızlandığın tüm şeylerin boş, aslında boş bir istek olduğunun farkındayım şuan. Yalnız kaldığın zamanlarda, iskambil kağıtlarının yerini akıllı telefonların aldığını söylenmeye başladığın çok olmadı. Mutsuzluk karargah kurdu beynimin içine demeye başlayalı, sanki dün gibi değil mi?
Her şeyin de hayırlısı demekten de mutsuz oldun sanırım. Ee bırakmakta istemiyorsun destek aldığın beynin olaylar karmaşasını. Ağzında ki ceylanı aslanlara kaptırmak istemeyen bir çita gibi. Ağacın üzerinde daha ne kadar bekleyebileceksin?
Atmak lazım artık. Gerçekten. Beklemek, ve daha fazla beklemek. Büyük bir yangın bulutunun içerisinde çıkabilmeyi beklemek. Bunların hepsi kendi beyninin içerisinde ki, uydurmaya açık kavram karmaşasından kaynaklanan salak saçma şeyler. Zaten bende uyduruyorum.
Beynimden seni kovduğumdan beri ne kadar özlediğimi kendime söyleyemediğim için, şapkadan çıkan tavşanın şapşallığını yaşıyorum aklıma her  geldiğinde. İç ses. Ön yargı değil, ön görü.