Işık patlamış, çıkan dalgalar içine çekmek için gel gel
yaparken; açtım gözlerimi kapatmak için gün sayan ben, nasıl olurda buradan
kalk oraya geçleri kabul eder oldum bilmiyorum. Feci bir gürültünün
sessizliğinde kendime geldim uzun bir aradan sonra, yalnız ve ancak bir o kadar
kalabalık bir caddede yürürken; arkamdan gelen ayak seslerinin ona ait olduğunu
anlamamak imkansızdı sanki. Rüzgarda dalgalanan saçlarının seslerini duyabilmek
adına o kadar nazik yürümeye çalışıyordum ki; neredeyse ayaklarımın değil de,
parmaklarımın ucunda, balet hesabı dönüyormuşum zanneden şahsiyetim, ‘oha lan o
kadar da kasma’ diye bağırdı avazı çıktığı kadar, lakin içinden hem de yüzüme
yüzüme…
Esen rüzgarın ruhumu titretmesini engellemek için yaptığım
en mantıklı şey;fermuarımı çekmek, beni hayata yeniden bağlayan bir bok değil
de neydi bilemiyorum! Yağmuru hiç hesaba
katmış mıydım mı ki diye de sormuşsam kendime, yağmur yokken, varmış gibi
davranmak acaba neyin nesiyse; benim umurumda olmadığı çokta açıktı be… son
gördüğümden bu yana güçlenmiş olan hava şartları-yıllardır dışarı çıkmadığım
aklıma geldi de, old boy hesabı- beni derinden sarsmış ve fakat çaktırmamak
için insanların yüzüne çürümüş domates misali bakarken yakalanmıştım. Dudaklarını
kasıp gözlerini kısan insanların yüzünde ki iğrendim bakışı, içime işlemiş gibi
yapar arkalarından ‘hadi lan mal’ diye bağırırken, caddede arkamdan gelen ses
ile yeniden bağlandım caddenin sessiz çığlıklarına…