7.08.2011

Boktan Püsürden

Çok küçüktüm ben ama yinede dün gibi hatırlıyorum. İlk okulumun, o zaman ilk okuldu çünkü. daha ilköğretim çağına geçmemiştik-ben ilk okul 5. sınıftayken ilköğretim çağına geçtik ve aynı okulda böylelikle orta okuluda okudum-. güzel bir havaydı.üstümdeki kıyafet kısa kollu bir tşhort'den oluştuğu için biliyorum havanın güzel olduğunu. hatta üstümde ki t-short kırmızıydı. ilginç ama o yıllara gittiğimde hatırladığım tek t-şhort um nedense kırmızı üstene siyah kalın çizgiler olandan başkası değil nedense. zaten ben küçüklüğümden beri freddy krueger'ı oldum olası sevmişimdir. yıllar sonra elm sokağı kabusunu izlerken johnny depp'i de görünce çok şaşırmıştım da neyse. küçük johnny, nerden nereye gelmişsin demeden de alamadım kendimi.

Cumhuriyet ilköğretim okulunda okuduğum ilk okul yıllarından kalma bir futbol çılğınlığım vardır benim, lakin okulla alakası olduğunu sanmamaktayım. yine okuldan çıktıktan sonra eve gelip kırmızı t-şhort umu giyip koşturarak okul kapısından girmiştim içeriye. deli gibi futbol oynamak ve artislik goller atıp tribünü çoşturmak amacıyla takımı kurmuştum. ben hep takım kurardım küçüklüğümden beri. yıllar geçtikçe anladım ki bu iş hep bana kalıcak ve herkes benim takımımdan olmak isteyecek. şaka değil iyi top oynardım. sanırım o yüzden. ha bir de yakışıklıydım o yıllarda.

Yine takımı kurma görevini başarıyla tamamladığım bir yaz günü, deliler gibi top oynamaya başlamıştık. skor kesin bizim galibiyetimizle gidiyor olmalı. benim kurduğum takım pek yenilmezdi. en azından ben hatırlamıyorum.o yüzden önde olan takım benim takımımmış gibi anlatmalıyım sanırım.

Okulun ön bahçesinin olması dışında bir de arka tarafında kocaman bir sahası daha vardı. Ali Samiyen stadyumu kadardı sanırım. ya da ben çoçuk aklımda, sahanın o kadar heybetli olduğunu düşünüyor olabilirim. ama hala çoçuk aklına sahip olmalıyım ki hatırlarken gülümsüyor, evet evet çok büyüktü diyorum.

Maçın ortalarında birden yaşadığım karın ağrısını dün gibi hissediyorum, ki bence bu ağrı ve utanç duygusundan unutamadığım bir hikaye de olabilir. ağırlıklı olarak utanç. evet evet kesinlikle utanç benim bu yaşadığım.

Çok fazla koşup pas atmak yerine insanları çalımlayıp,tekrar çalımlayıp,tekrar çalımlamayı seven ben, yine aynı bana göre meşakatsiz, başkalarına göre yetenek sayılabilecek çalımlarımı atmaya başlamışken hemde delicesine, hissettiğim ağrının artmasıyla daha fazla sürdüremeyeceğimi anladığım maçı yarım bırakmak için ve bu düşüncemi çoluk çoçuk bozmaları olarak nitelendirebileceğim o topluluğa anlatabilmek için işaret ve serçe parmağımı dudaklarımın arasına alarak var gücümle üflemeye ve o topluluğun- dünya üzerinde olan en zararsız topluluklarından sayılabilecek çoçuk kabilesi- dikkatini çekmeye çalıştım.

Başardım sanırım.

Evet evet başardım.

Herkes topun peşinde anlamsızca koşup pas atmaya çalışırken ya da topu kapmaya, artık dünya üzerinde ki tüm işlerini-top oynamak-bırakmışlar ve takımı kuran bu yakışıklı fırlamanın neden bu kadar gürültülü bir ses çıkartarak onları bu meşakatli-benim için keyifli- işten uzaklaştırdığımı merak ediyorlardı.

-Bırakmalıyız, çünkü ben daha fazla devam edemiyeceğim...

-Ama neden diye devam eden ve ben demir parmaklıklardan atlayıp koşmaya başladığım ana kadar devam eden haykırışlar, gözden kabolana kadar devam etti.

Demir parmaklıklar yan tarafta ki okul komşumuz olan, şimdiki ssk hastanesinin beyaz olan demir parmaklıkları. şuan da düşününce o parmaklıklardan atlayışım gerçekten sükse getirebilecek kadar artistikti-özelikle çoçuk olduğumu düşünürsek-.Çünkü demir parmaklıkları bir kız gibi tırmanmazdım hiç bir zaman. Belime kadar duvar olan ve üstünde yaklaşık iki metre demir parmaklık bulunan yerden, hastanenin bahçesine atlayıp oradan da yola bakan hastanenin diğer demir parmaklıklarından yine aynı atletik figürlerimi kullanarak atlardım hep. kısa yol her zaman makbuldür.bilirsin.

Ben o belime kadar duvar olan ve üstü beyaz demir parmaklıklardan oluşan engeli, duvarın üzerindeyken hafif sıçrayarak, göğe doğru olan bitim noktasından tutup, kendimi biraz yukarı çekip, belime kadar diğer tarafa sallanıp, elimi diğer tarafın en altına doğru uzatıp-duvara yakın olan kısım bu kez, yere yani-diğer tarafa havada salto yapar gibi atlardım. Yani bir aksiyon filmi düşün ve baş karakterin koşarak kaçtığını. ama çıkmaz sayılabilecek bir sokağa farkında olmadan girdiğini. sokağın sonunda tel örgülerden oluşan bir kapı var ve iki hamlede kapını üstüne kadar çıkıp kendini diğer tarafa hemen attığını.

Ve sonunda yoldan eve doğru büyük bir karın ağrısıyla var gücümle koşturmaya başladım. aynı zamanda da bu ağrının neden o küçük bünyede başladığını anlamakta, sanki kaçınılmaz sonu her geçen saniye yaklaştırmaktaydı.

Her geçen saniye daha hızlı koşmam gerektiğini kendime söylerken, daha fazla yavaşlamakta olduğumun farkına nedense evin yanında ki güzel apartmanın önünde anlamıştım. kapısında o zamana kadar hemen hemen her gün gördüğüm, yaşıtım olduğunu bildiğim o kızın oturması da cabası sanırım.

Eve kalan son iki köşede-okul ile evin arası tam olarak dört keöşeden ibaret- artık dayanamayacağımı düşünmek aklımı kemirmeye başlamıştı, kendimi inanılmaz derecede rahatsız hissetmiştim,yorulmuştum o kadar hızlı koşmaktan, sannırım artık tahammül edemiyordum, kesinlikle bir an önce bu ağrıdan kurtulmak adına eve girmeliydim ve gerekli mercilere başvurmalıydım.

Son iki köşe için şimdi sorsan...

Hayatında ki en uzun zaman dilimi hangi tarihlere ait?

Evet cevabı sende biliyorsun özellikle de bu hikayeyi okuyorsan ya da dinliyorsan. İki köşe arasında ki mesafe derim.

Son anlarındaydım artık. ya tamam ya devam demeye o kadar çok yaklaşmıştım ki demir kapılı kırmızı evin bahçesinden içeri girmeye, kapıyı delicesine çalmaya, anne ne olur beni içeri al, hemen şu lanet olası siktiminin iğrenç yeşilimse çürük kapısını aç yoksa kapının önüne sıçacağım ve sen bu boku temizleyeceksin demeye.

Olamadı yetişemedim. bu saydıklarımın hiçbirisini yapamadım. kapıyı çalamadım, bağıramadım, tekmeleyemedim, yırtamadım dudaklarımı, avazım çıktığı kadar ses tellerimi zedeleyebileceğim bir desibele çıkamadım.

Daha evin demir kapısını yetişememiştim ben. Yan tarafta ki evin kapısının önünde oturan, şuan sorsan kim diye hatırlayamayacağım ama büyük ihtimalle bokumdan beni tanıyabileceğine inandığım o komşu kızının kapısının önünde dayanamadım ben. kısa şortumun paçasından bıraktım o an dünyanın ne kadar hızlı döndüğünün bir kanıtı olan bokumu.

Bakışları hala gözümün önünde olan küçük kız çoçuğunun o anlatılamayan ifadesi hatırlattı bana bir kez daha bu boktan hikayeyi.

Sıçmak için bile, tuvalete yetişemeden koşturan ben, o gün de şimdi olduğu gibi koşturuyorum hayatta. belki yalnız, belki de değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

cem ben. arada sırada karalıyorum sadece.