30.04.2012

İçten Gelen-7

25.04.2002 Afyon-tamamen tahmini edilen bir tarih-
 Sabahı hiç bir şey yokmuş gibi uyanmam şaşırtıcıydı, bir gece öncesinde yaptıklarımı rağmen.
Uyandığımda hissettiğim yorgunluk, göz altında ki şişmiş torbalarım, baş ağrısı, mide sancısı ve daha bir çoğu...
Hayır hayır yanlış tahmin ediyorsun, bunlar kesinlikle alkolün yan etkileri değil. Bunlar uykusuzluk ve iktisat dersinin başlamadan bende yaratmış olduğu etkilerin, yükte ağır pahada hafif belirtileri... Dersin vermiş olduğu iç karartıcı anlamsızlıktan dolayı-tamamen hocasından kaynaklandığını düşünmekteyim- ayaklarımın ilk denemeyecek bir şekilde beynime hükmetmesine rağmen, üç tane haşlanmış yumurtayı da birer küçük lokmaymışcasına yutmam, günümün nasıl geçeceğinin belirtisiydi.

24.04.2002 Afyon.

Playstation 1 de alone in dark ı Türkcan ile korku içinde ısrarla oynamaya çalışırken, ekranda bir an da beliren zombiye 'ananı sikeyim' dedikten sonra joistiği  Türkcan'ın kucağına fırlatıp, perdeleri tamamen kapatıp en ufak bir ses olmamasına dikkat ettiğim evin ışığını tek ve bir o kadar da klas parmak hareketiyle yakmış 'ben böyle gerçekci bir oyun görmedim oğlum bu ne' sözü, arkamı kontrol ede ede  mutfağa gitmeme sebep oldu-su için-.
Türkcan kaldığı yerden devam etmek için beni bekleye dursun, mutfakta kendime gelmeye çalışan ben, balkon kapısını açmış ve sokakta hayata dair hiçbir beklentisi olmayan haylazlar kümesini izlemekteydim. Bu hayatta ya yaşlı, ya da çocuk olmak istemem o zamanlara tekabül etmektedir.
Hiç zaman kaybetmeden üç saniye içerisinde aklıma gelen fikir için salona yeniden dönmem ile ışığı kapatmam arasında geçen zaman dilimi, bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden geçip gitmesi kadar uzun değildi. Türkcan'ı oyunun başından kaldırıp, mutfakta yapacaklarımı izletebilmem için hiç bir şey vaat etmediğim, zamanının kankası, seve seve bana dahil oldu.

Analarından habersiz birbirlerinin analarına söven, haylazlar öbeği oluşturmuş 8-10 yaşlarında ki yaklaşık on piç kurusu, o kale senin bu kale benim diye-gece 8-9 arası- koştura dursun, ben ışığı kapatmış ve balkon kapısının perdesini kavramıştım bile. Kendimden o denli ürkütücü bir sesin çıkacağı ihtimalini vermediğim tüysüz günlerde, kış uykusundan yeni kalkmış bir ayı misali- ki kış uykusuna yatarlar mı yoksa kışın mı yatarlar bilmiyorum, sadace gürültünün boyutunu anlatabilmek adına dile getirilmiş bir beyan- bağırarak bebeleri susturdum.

Çok değil 5-10 saniye sonra noluyor der gibi balkona çıktığımda ise yaklaşık on aile 'o da ne' der gibi camlarında etrafı kesiyorlar çocuklarının son durumlarını kontrol ediyorlardı.

25.04.2002...

Üstüme en paspal kıyafetlerimi giydikten sonra dolmuşu kaçırmamak için-adına :)- çitadan kaçan antilop gibi dolmuş durağına fırladım. Dersliğe girdiğim de tam anlamıyla hayal kırıklığı olmasının sebebi, sayın hocamızın ' yine mi geciktin Cem CENGİZ' demesi değil, üç saat bu herifle aynı derslikte anlamadığım bir ders için kafa patlatmamdan başka bir şey değildi. Her zaman olduğu gibi dersin yaklaşık 12:00 da bitmesi ile öğle yemeğine yoğunlaşmış, çevremden gelen teklifleri aldırış etmeden kalkacak olan dolmuşa yöneldim.

Dolmuşa bindiğimde' son dolmuş, arkadan vermeyen var mı' gibi esprileri, cebimde kalan paranın anca ve anca dolmuş ücretine yeteceği gerçeğini anlamam, valiliğin önünde ki atm yi görene kadardı.
Adnan ile para çekmek için beraber indiğimiz dolmuş, bir trans atlantiğin ikiye kırılıp batışı ne kadar hızlı ise;  o şekilde gözden kayboldu.Yanımda yüz yılın salak saçma esprilerini yapan Adnan ile aynı masada yemek yeme gerçeği diğer çocukların beni arayıp 'Biyer' e gel demesiyle az da olsa sakinleşmeme sebep oldu.

Parayı çektikten sonra, arkamızı dönüp çıkmak için adımlarken kapının arkasında, bankamatiğin içerisinde duran siyah nike marka spor çantası ise; iki kişiyi altına sıçırmış gibi anca bu kadar korkutur- o senelerde banka bombalamaları hat safhada olduğu için-

Çantanın içini açıp açmamakta kararsız biz, oradan çıkıp çıkmamakta da kararsızlığımız sürdürürken, ani bir hamle ile dayanamayıp atıldığım çantayı açtığımda, hayatımda göremediğim kadar banknotları bir arada görüp, süratle çantanın fermuarını kapattım. Adnan ile kısa bir süre göz göze geldikten sonra çantayı alıp Atm den fırladım. Arkama bakmadan hızlı adımlarla uzaklaşmaya başlamak için atm nin kapısından çıktığımda hangi tarafa dönmem gerektiğini bile kısa bir beyin felci geçirdikten sonra karar verdim. Sola attığım ilk adımla birlikte mıh gibi çakılı kalmamın sebebi, tanımadığım bir adamın çantanın bir kulpunu tutmasından başka ne olabilir ki...

-Nereye?
-Yemeğe...
-Çanta ile nereye?
-Çanta ile yemeğe...
-Kimin çantası ile yemeğe?
-Kendi çantam ile yemeğe...
-Çantanın içinde ne var?
-Sanane...
-Çanta benim olunca, beni de ilgilendirmez mi?
-Karıştırmış olmayasın, için de benim kirli spor malzemelerim var...
- Aç o zaman da bir görelim!
-Git başımdan...
ki bunlar çok saçma bir cevap olmasına rağmen para dolu bir çanta ile karşılaştığınız da-insan hayatında kaç kere karşılaşır- söyledikleriniz, yaptıklarınız, mimikleriniz ve jestleriniz tamamen saçma ötesi olmakta, kabul ediyorum. İçinde günümüz parasıyla telafuz edildiğinde 500 bin tl olan çanta.Nasıl mı öğrendim?
-Çantamı verirsen giderim!
-Hala çantamı diyor...
-Adnan sen de bir şey desene!!!
-Karşıda ki motorlu polisleri görüyor musunuz?
-Evet...
-Çağırmamı istermisiniz?
-Peki sayın çanta sahibi, için de ne var?
-Para,param...
-Ne kadar para, paran var?
-...
-...
-Çağır!
-Anlaşabiliriz...
Adnan sonunda araya girmeyi tercih etti ki...
-Nasıl?
-%50 benim, kalanı alırsınız...
-Biz 3 kişiyiz...
-Ben takım elbiseli, iş adamı görünüşlü, traşlı biriyim. Polis size mi inanır bana mı?
-Çağır ve öğrenelim...
Polis, paramı çalıyorlar diye çıkan kulak tırmalayacı bir gürültüden sonra, gözlerimi açtığımda-kapatmamama rağmen- karakolda, Emniyet Müdürünün kucağı diye tabir edebileceğim bir sandalye de, duvar da Atatürk resimlerini izlemekteydim. Yanımda Adnan, karşımda Adam.

Para dolu nike marka spor çantası önümüzde ki sehpanın üstüne bırakıldığında amir,
-Bu çanta içerisinde ne kadar olduğunu bilen var mı?
Bakışlarını üstümde hissettiğim amire-müdüre-
-Hayır efendim- ki neden efendim dedim bilmiyorum, sanırım korkunun ecele faydası var-
Adnan:
-Hayır efendim.
Adam:
- 300 bin tl efendim- yeni parayla yazıyorum ki, sıfır koymak zoruma gitti-
Amir:
-Hayır, 500 bin tl...
Yüzünde hafif morarma, hafif yanma olduğunu tahmin ettiğim adamdan beklenmedik bir hamle görmek, Yılanın midesine gitmiş olan bir kurbağanın sıçramaya çalışması gibi geldiyse de taktir etmedim değil.
Masanın üzerinde duran çantayı kaptığı gibi Emniyet Müdürlüğünün içinde koşarak kaçmaya çalışan adamın arkasından fırlamam ise tamamen kendimi aklamaya çalışma çabam olsa gerek.
İlk virajda yakaladığım adamın elinde ki çantayı kendime çekmeye başladığımda Türk polisi çoktan etrafımızı sarmış, olanlara 'çocuk ne kadar da cesur' der gibi bakmaktaydı.
Çantanın bir kulpundan ben diğerinden adam tutmuş, bir o yana bir bu yana çekiştirirken ehhhh yeter be artık diye çantayı var gücümle kendime çekmem, uyku halinde ki bende nasıl bir etki yarattıysa yaradana sığınıp kafamı ranzanın köşesinde ki demire vurup gözlerimi açtım...
Kıçın açıkta kalmış ört de öğle yat dediğimde ise kafamdaki şişlik için çok geçti....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

cem ben. arada sırada karalıyorum sadece.